Xylokastro’da ne yapıyorum?
Bu ay gezdiğim yerleri size anlatmadan önce kısaca Xylokastro’da günlerimin nasıl geçtiğinden bahsetmek istiyorum. Burası oldukça küçük ve keyifli bir sahil kasabası. Eğer Ege Bölgesi’nde (özellikle de benim gibi İzmir’de) yaşıyorsanız eminim size hiç yabancı gelmeyecek. Aslında kültürümüz çok benziyor buradaki insanlara; çocuklarımız, yaşlılarımız, yoldan geçerken birbirlerine selam veren insanlar… Belki de küçük bir kasaba olmasında kaynaklı insanların yüzündeki samimiyet ama hiçbir zaman yalnız bırakmıyorlar bizi, ellerinden geldiğince yardım ediyorlar. Size önemli bir öneri de bulunmak isterim eğer siz de Yunanistan’a gelecekseniz paranızı burada dikkatli kullanmalısınız. Diğer Avrupa ülkelerinden biraz daha pahalı bence. Küçük birimlerin ve yeni yiyeceklerin büyüsüne kendinizi kaptırırsanız birkaç maddi sıkıntı da sizinle gelebilir bunu sakın unutmayın. Ben proje sürecimde bütçemi elimden geldiğince gezmeye ayırdım.
Ev hayatına da değinmeden geçmek istemem. Her birey birbirinden farklıdır ve aynı evi farklı insanlarla paylaşmak her zaman zordur. Hele ki bu insanlar birbirinden farklı kültürlerden gelen ve 9 kişiden oluşan bir ekip ise… İlk haftalar eve ve evin kurallarına adapte olmakta biraz zorlandım. Rahatsız olduğum ya benim için problem olan durumlar yaşanmadı tabii ki ama herkesin kendine ve kültürüne göre yemek, temizlik, düzen gibi konularda farklı özellikleri var. Bunlara uyum sağlamak biraz zamanınızı alacaktır. Birinci ayım bitmesi ile birlikte bu farklıklara çokça alıştım. Burada birlikte yaşamamız her şeyden önce kültüre duyarlı insanlar olmayı öğretiyor bize ki bu deneyim parayla satın alınamayacak kadar büyük.
Aslında buradaki gezilerim Bulgaristan’dan başladı… Birkaç aksilik sonucu otobüs biletlerimizin 10 saat süren İstanbul- Atina bileti olduğunu düşünürken biletimiz 3 gün süren İstanbul- Haskovo, Haskovo- Bükreş, Bükreş- Atina olması bizi çokça yorsa da bizimle aynı mağduriyeti yaşayan birbirinden tatlı 7 Türk’le tanışmamız gezimizin en keyifli kısımlarından biri oldu. Kısa (aslında 3 gün süren uzun) bir yolculuğun ve Bükreş gezisinin ardından Xylokastro’ya geldik. Evdekilerle tanışmak, sahili temizleyerek işe başlamak, kasabayı keşfetmek ve en önemlisi kendimizi yeni bir dilin içinde bulmak oldukça heyecan vericiydi. İnsanların kuvvetli bağlar kurmaları için birbirlerini çok çok iyi anlamları gerektiğini düşünürdüm hep ama öyle olmuyormuş. Çat pat konuştuğumuz ve birbirimizi az az anladığımız İngilizcelerimizle de olsak ilk haftanın sonunda çoktan ısınmıştık birbirimize. İlk hafta sonu Yunanistan’ın ünlü bir ilçesi olan Kalamata’da buldum kendimi. Burası da küçük bir yer aslında ama Xylokastro’dan çok daha canlı. Denize girdik, şehrin tarihi yerlerini gezdik. Buranın zeytini ve nazar boncuğu ünlüymüş buna çok şaşırdım. Bize gerçekten çok benziyor kültürleri. İkinci hafta sonu çok güzel bir planla -bence Mora yarımadasının en büyülü yerlerinden biri olan- Nafplio’nun büyülü kollarına attık kendimizi. Burası çok güzel bir şehir. Rengarenk evler, upuzun sokaklar, sirtakiler… Bir de kocaman bir kalesi var, büyüleyici bir manzarayla yaklaşık 2-3 saat tırmanmak bile zor gelmiyor inanın. Üçüncü haftaya geçtiğimizde ise Patras’ta bulduk kendimizi. Patras’ın da çok güzel bir atmosferi ve kalesi vardı. Son hafta ise Korint’i ziyaret ederek ilk ayımızı tamamladık. Otobüs hatlarına KİTEL diyorlar burada. Kitel’lerle ulaşım oldukça kolay olsa da bir yere gitmek için mutlaka aktarma yapman gerekiyor. Bu otobüslerde uyumayı sevenler için biraz üzücü bir durum olsa da istediğiniz yere kolayca ulaşabiliyorsunuz. Eğer kalabalıksanız bazı aktarma merkezlerinden dönüşte taksi kullanmayı seçebilirsiniz özellikle akşam saatlerinde kitel seferleri olmuyor ya da uzun bekleme aralıkları yer alabiliyor. Özellikle kalabalıksanız sadece birkaç euro farkla Xylokastro’ya kolayca gelmeniz mümkün.
İlk ayımın sonunda başlarken çat pat olan İngilizcem, buradaki arkadaşlarımla dertleşebileceğim zaman zaman birlikte ağlayıp zaman zaman birlikte gülebileceğimiz kadar gelişti. Artık kendimi çok rahat bir şekilde ifade edebiliyorum. Dönünce ilk işimin Türkiye’de bir konuşma kulübüne gitmek olacağına yemin edebilirim.
Hayat benim için bir masal kitabı gibi hayatıma giren herkes ya da her şey iyisiyle kötüsüyle benim hikayemin birer parçası oluyor. Burada geçirdiğim bir ay süresince kitabım birbirinden güzel renklerle süslenmiş birçok sayfa ile dolmaya başladı bile. Bu süreçte bana destek olan ve bu renkli anıları hayatıma katmamı sağlayan herkese sizlerin aracılığıyla teşekkür etmek istiyorum. Eğer yolunuz bir gün Xylokastro’ya düşerse benden selam söylemeyi unutmayın!
No comments:
Post a Comment