Showing posts with label Sevim Karasungur. Show all posts
Showing posts with label Sevim Karasungur. Show all posts

Friday, 15 December 2017

PUGLİA'S SECRETS

''Mevsimi aynı olan coğrafyaların havası aynı kokar '' lafını hatırlattı bana Borgo'da yaptığımız son etkinlikle Borgo'nun mutfağından üzerimize sinen kokular. Bari'de başlayıp Otranto, Poggiardo, Giuginello şeklinde devam eden , Puglia Bölge Kalkınma İdaresi tarafından düzenlenen programın son günü de ilk günü gibi dolu dolu geçti diyebilirim. Gerçekleşen etkinliğin hatırına, ilk güne nazaran biraz fazlaca kültürel ortaklıklarımız ve benzer yaşam tarzı pratiklerimiz hakkında bolca sohbet edebilme şansı bulduk. Neler yaptığımıza gelince; bir önceki yazıda size bahsetmiş olduğum üzere programın üçüncü gününe katılamamıştım. Bir takım kağıt kürek işlerini halletmek üzere Lecce'ye döndüm. Ve sözleştiğimiz üzere Bari grubuyla birlikte kaldığımız yerden devam ettik programa ancak benim aynı zamanda Avrupa Gönüllü Hizmeti çerçevesinde müdahil olup devam ettirmek zorunluluğum bulunduğu proje dolayısıyla son gece ve son güne yetişebildim. Yani toplamda 5 gün süre programın 2 gününe katılamamış oldum. Programın Otranto bölümüne katılıp Otranto'yu son bir kez daha görmek ve yazın denizinin, çehresinin tadını çıkardığımız gibi kışında güzelliğine şahid olup Allahaısmarladık demek isterdim. Evet itiraf etmeliyim; şehirlere, eşyalara, zaman dilimlerine olan ahte vefaya inanıyorum:) Belki de Otranto'yu ömrümün sonuna kadar bir kadar göremeyeceğim. Muhtemelen göremeyeceğim. Otranto'nun ardından Poggiardo'ya gelen gruba, akşam yemeği ve çehre gezintisiyle eşlik ettim. Öyle ya son 9 aydır burası benim evim olmuştu. Sokaktaki insan simaları tanıdıklaşmıştı. Günün kapanışının ardından ertesi günün sabahında Poggiardo'da bulunan Borgo isimli restora edilmiş B&B 'de buluştuk.Yazısının girişinde bahsetmiş olduğum kokular ise gün içinde yaptığımız reçel, taze makarna'ya aitti. Sanırım italya'da en çok ne yapmayı öğrendin diye sorsalar taze makarna yapmak diyebilirim. Çünkü hemen hemen her etkinlikte taze makarna atölyesi mevcut. 

Yazısının girişinde bahsetmiş olduğum kokular ise gün içinde yaptığımız reçel, taze makarna'ya aitti. Sanırım italya'da en çok ne yapmayı öğrendin diye sorsalar taze makarna yapmak diyebilirim. Çünkü hemen hemen her etkinlikte taze makarna atölyesi mevcut. Kendilerinin gelenekseli olan bu gıdayı tanıtmak ve öğretmek konusunda son derece cüretkarlar. Tabi işin sosu, unu, şekli şemali mutfaktan mutfağa değişiyor. Benim favorim ise metal çubukla ince ince yuvarlanan makarna. Güne önce makarna atölyesi ve sonra geleneksel marmelat yapımı ile devam ettik. Makarna açmasının ardından makarnaları azıcık kurutmak için tepsilere yerleştirip mutfağa bıraktık. Ve marmelat yapımı için portakalları ve bıçakları ellere aldık. Buradaki diğer bir tüketim farklılığı şu bizden farklı olarak ; Türkiye'de reçellerin tane tane olması makuldür. Çatalı, kaşığı kasesine salladığınızda ucuna gelen meyve insanı tatmin eder, çünkü meyveyi bütün tutmak maarifet meselesidir. Ancak italya'da reçelden ziyade marmelat olarak tüketiyorlar. Cagnım meyveleri kaynattıktan sonra elektrikli eziciler ile püre haline getirip soğumaya bırakıyor. Sıcak sıcak kavanozlara yerleşirildiği için soğuduğunda vakum etkisi yapıyor ve uzun süre saklanabiliyor bu sayede uzun süreli korumak için herhangi bir katkı maddesi, fazlaca şeker veyahut limon/ limon tuzu kullanmıyorlar.
Makarnayı bitirdik, reçeli kaynattık derken tüm bunların yanında bize eşlik eden bir de Puglia bölgesinin geleneksel çalgısı olan ''tamburello'' vardı.Yapısal olarak erbane ve tef ile aynı aile grubundan, farklılığı ise enstrimanın kullanılma yöntemi. Elinizi bilekten hareket ettirerek baş parmağınız ve yüzük parmağınız ile serçe parmağınızın belli bir ritimteki vuruşları ile kullanılıyor.Keyifli bir ritmi var birileri çalmaya başladığı ana ayak ucunuzla ritme etlik etmemek işten değil. Görünüşte kolay gibi dursa da tamburello'nun müzik eğitimi küçük yaştan itibaren başlıyormuş.


Ve parmak reflekslerini kazanmak uzun sürmesede çok fazla pratik yapmayı gerektiriyormuş. Vakti zamanında eli erbane'ye değmiş biri olarak denedim ama yok hocam o iş bana göre değil. Hele ki birde soğuk algınlığından kırılacakmış gibi hissettiğiniz bedeninizi taşımak zorundaysanız Allah selamet versin. 
Tamburello dinletisi bitti, makarnalar haşlandı, marmelatın altı söndürülüp ilk dumanının çıkması için tenceresi kenara bırakıldı ve bizim için hazırlanmış olan masaya doğru yol alındı.
Uzunca bir öğlen yemeğinin ardından Giuginello'ya geçtik. Poggiardo'dan yaklaşık 25 dakikalık araba sürüşü mesafesinde gözünüzün alabildiğine zeytin ağacı bahçesiyle dolu şirin bir ilçe. Burayı ziyaret etmemizin sebebi orada bulunan ve arkeolojik olarak Puglia böglesi için önemli olan bir kaç kaya'yı ve yer altında bulunan bir kiliseyi ziyaret etmekti. Bu ziyaret içinde Giuggianello'da bulunan bir başka sivil toplum kuruluşu'nun temsilcileri eşlik ettiler bize. Kayalara dair bilgi verip Kilisenin bulunduğu doğal koruma parkına kadar eşlik ettiler. Kayalar arkeolojik çağlardan kalma bir takım özelliklere sahip Puglia'lılar için. Ancak ilginçtir ki kayaların kaç yaşında olduğunu bizimle paylaşmadılar. Sadece kayaların yün yıkama ve insanların öldüğü anlarda da cenaze törenlerine hazırlanması için kullanılan yerler olduğunu ve şuan koruma altında olduğunu söylediler. Kilise ise yaklaşık 5 bin yaşında ve tarihsel değişim süreçlerinde sadece 1 kere restore edilmiş. Son yıllarda ise kilisede bulunan figürlerin döküntü karşıtı bakımları yapılıyormuş.
Turistik amaçlı kullanıma açılmış olsada bölgedeki diğer büyük kilise ve bazilikaların gölgesinde kaldığı için insanlar tarafından çok tercih edilmiyormuş. Derken 5 günlük programı bitirdik ve Polonya'dan gelen 4 kişilk grubu ülkelerine geri yolladık. Bu programın klasik gezilerden farkı ise sanırım italyanların kültürel bağlamda çok fazla öğesi bulunmadığı halde (Türkiye ile kıyaslarsak) marka yönetimi, sosyal kalkınma ve farkındalık çalışmaları konusunda gerçekten iyi olduklarını bir kez daha anlamış olmam oldu. Tarihi mekanlar, sosyal hayata yeniden kazandırılmış arka sokaklar, kemerinizi gevşettiren sofralar ve ruhunuzu fulleyen türlü türlü müziklerin her bir zerresinin anlatılmak ve anlaşılmak üzere değerlendirileceği Türkiye'de buluşmak rüyası ile, sağlıcakla.

Thursday, 14 December 2017

BARİ BARİ

9 aydır italya'da bulunmam sebebiyle en sık karşılaştığım sorular şu ; İtalya'ya dair en çok sevdiğim, kanıksadığım şeyler ve ortak hayat kültürünün olup olmadığı ve benzeri. Ruhunuzun yanaklarında , yeni birşeyi keşfetmenin iştah pembesi bulunup, dudağının kenarından keşfetme salyaları akıyorsa hele ki bir de hayatı çoktan sevmeli yaşıyorsanız bu soruya cevap vermek çok kısa veya kolay olmuyor…Özellikle italya'da heryerin ve herşeyin ayrı bir lezzeti ve çekiciliği var. Bunlardan birini tanımak ve öğrenmek üzerine geçtiğimiz hafta Türkçe karşılığı ile; Puglia Bölgesi Kalkınma İdaresinin konuğu olarak , Bari ve puglia bölgesini tanıtıcı bir tura katıldım. Bari turunun ise italya ve polonya arasındaki dostluk haftasına denk gelmesi şahane bir deneyime sahip olmamızı sağladı. Bari'ye varır varmaz, İtalo Polacca olarak adlandırdıkları dostluk haftasının ilk açılış etkinliklerine katılma şansımızın olması ve şehri iyi bilen bir rehberle tanışmamız gezinin ziyadesiyle tatmin edici olacağını ilk günden sezdirdi bizlere. İlk etkinlik olarak İtalo Polacca Haftası'nın açılış programına katıldık ve iki ülke arasındaki dostluk haftasının spesifik olarak Bari'de kutlandığını ve bunun sebebinin ise Bari'li bir prensesin Polonya'lı bir Prensle evlenmesi gerçekleştirildiğini öğrendik. Bir nevi ''tarihi marka değeri'' olarak ele alındığını söyleyebilirim. Çünkü bu hafta boyunca Bari'de iki ülke arasındaki tarihsel ve güncel ilişkilere dair oturumlar, tiyatrolar ve küçük çaplı gösteriler gerçekleşiyor. Bu etkinlikler içinse çok sayıda olmasa da , azımsanmayacak kadar polonyalı gruplar ve bazı onur konukları Bari'yi ziyaret ediyor. Bizim katılımcı olduğumuz grupta ise Polonya'dan gelen 1 Belgesel Yönetmeni ve Yazar, 3 Kültür araştırmacısı Polonyalı kadın bizlerle birlikte Bari'yi ve Puglia'yı tanımaya koyuldu. İlk programın arkasından ''Tiyatro Kısmet Opera'' denilen opera'ya davetliydik. ''kısmet'' in türkçe ile aynı manada kullanılması ise benim için sürpriz oldu. 


Tiyatro ise tarihi Petruzzelli Opera Binası'nda gerekleşti. Yapımına 1898'de başlanıp 1903'de hizmete sunulan bina aynı zamanda Bari'nin ünlü mekanlarından biri olarak kabul edilen Opera Binası Bari'nin önemli ve büyük Sanatsal etkinliklerine ev sahipliği yapıyor. İlk iki etkinliğin ardından sıra herkesin sabırsızlıkla beklediği akşam yemeğindeydi zira hepimiz çok acıkmıştık. İtalya'da alışamadığım 2 durumdan birisi akşam yemeğinin çok geç saatlerde yenmesi, ikincisi ise sabah kahvaltının alışık olduğumdan farklı olarak sadece kahve ve kruvasan,bisküvitt vb. şeyler içermesi alışabildiğim bir yeme tarzı değil. Ancak yemeklerden söz etmek ise ayrıca keyif aldığım bir konu. Basit ancak lezzetli yemeklerin bulunması, çoktan seçmeli lezzetleri bir arada olması sofranızı az yemekle çok keyifli bir hale dönüştürebiliyor. Ürünlerin yerelde üretilmesinden dolayı kalitesinin yüksek ve fiyatını ucuz kılması da bu bölgenin benim için olan değerini ilk günden itibaren zirvede tutuyor.
Bölge demişkende; Puglia Bölgesi, Güney İtalya'nın en büyük ikinci bölgesi.(birinci büyük bölge ise Sicilya). Bari ise Puglia Bölgesi'nin başkenti niteliğinde. Bölge'nin anlamı ise yönetim sisteminin ''özerk bölgesel yönetim sistemi''nden dolayı anlam kazanıyor. Çünkü bu durum italya'nın genelinden farklılaşmaları ve kendi yerel yaşam tarzlarını, kültürlerini ve üretimlerini markalaştırmaları için bir nevi fırsat oluşturuyor veyahut Bölgesel yönetimle, özellikle kalkınma alanında iyi çalışmayı başarmış olmaları dolayısıyla kendi fırsatlarını kendilerinin yarattığını söylemek, italo polacco haftası etkinliklerine de şahit olmuş biri olarak çok da zor değil.Ancak tüm bunlarının yanı sıra aşamadıkları durum işsizlik ve kalifiye beyin göçü.
Bunun ayrıntılarını ise ertesi günki ilk buluşma noktamız olan Castello Normanno Svevo 'da rehberimiz Sonia'dan öğrendik. İtalya'da endüstriyel üretimin istihdam anlamında yeterli olmaması ve diğer Avrupa Birliği ülkerinden ucuz iş gücü göçünün olması nedeniyle genç ve kalifiye iş gücü daha çok Fransa ve İngiltere'ye göçmeyi tercih ediyor. Rehberimiz Sonia'nın dediğine göre son 12 yıl içinde sadece Bari'den yaklaşık olarak 6 milyon kalıcı beyin ve kalifiye iş gücü kaybı yaşandığı kayıtlar altına alınmış. İtalya'da kalmayı tercih eden insanların ise endüstriyel ve tarımsal iş alanlarına dahil olmalarının haricinde özellikle kadınların kendi mutfaklarında ürettikleri taze makarna, konserve, kurabiye ve tatlıları satarak kendi istihdam olanaklarını kendilerinin yarattığına eski Bari sokaklarında gezerken şahit olduk çok defa. Ki bu bizim ortaklaştığımız yaşam pratiklerinden birisi, ev temelli iş. Bari Vecchia adını verdikleri eski Bari, çok sayıda dar ve dolambaçlı sokağa sahip. Bu sokaklardan geçerken kadınların kendi mutfaklarında gerçekleştirdiği üretimleri görmek, kapı önüne koydukları kurutma tablaları içindeki makarnaların yarattığı görsel çekicilik ve bir sonraki sokağa dönerken bir yerlerden sızıp gelen keyifli italyanca şarkının sesine ve taze makarnanın kokusuna kapılıp adımlarınızı kontrolünüzden çıkarmak, Bari Vecchia'yı gezerken zihninizin damarlarınızda hissedebileceğiniz büyük keyif ve özgürlük bence. Sokakların nereye çıkıyor olduğunu bilmiyor olmanızın hiç bir önemi yok çünkü sokaklar illa ki sizi Colonna Della Giustizia denilen Türkçe'si ile 'adalet heykeli'' nin olduğu küçük meydana götürüyor.

Bu meydanı çevreleyen binalar aynı zamanda Ikea tarafından koruma altına alınmış durumdalar. İkea her yıl binaların bakımını gerçekleştirip, çevre temizliğini yapıyor ancak binaların çok eski olmasından dolayı bu bakım uzun süreli koruma sağlayamıyor. Meydan da ise küçük çaplı aile işletmelerini mevcut. Bunlardan birisi ise meydanı geçtikten hemen sonraki sokakta bulunnan Bari'nin son halk fırını. İnsanlar evlerinde yaptıkları, hamur işlerini cuzzi ücretler karşılığında bu fırında pişirebiliyorlar ve fırının sahipleri de ayrıca kurabiye ve makarna satışında bulunuyor ancak ekonomik olarak sürdürülebilirliğinin sağlanması zor olduğudan Puglia Bölge Yönetimi bu son halk fırınını ekonomik olarak; kira, vergi, fatura vb. harcama kalemler ile desteklemeye çalışıyor. Fırının bulunduğu sokaktan direk olarak ilerleyince de Cattedrale di San Sabino denilen Bari Katedralinin ve 1865 itibaren hizmet veren eski şekerlemeci, Dolciumi 'nin olduğu meydana çıkılıyor. Katedral, Aziz Nikola Bazilikası kadar popüler olmasa da eski Bari'yi gezerken her yerden görebileceğiniz yüksek bir kuleye sahip. Cattedrale di San Sabino, 1062'de Bizans imparatorluğu tarafından yaptırılmasına yardım ediliyor.Ancak 1156 da I.William tarafından ağır tahribata uğratılıyor. Akabinde ise1170 de Romanesk tarafından yeniden inşaa ediliyor. Katedralin içerisinde, Canosa psikoposu Saint Sabinus tarafından korunmaya çalışılan eserler, vaftiz küveti ve Fransalı Eporita Saragozza 'nın büstü bulunuyor.


Katedral ziyaretinin ardından günün ilk yarısını tamamlayarak, öğlen yemeği için yakındaki klasik italyan restoranına doğru yol aldık.uzun yemek saatlerinin meşhur olduğu italya'da yaklaşık olarak 4 saatlik bir zaman diliminin ardından kendimizi Bari sokaklarına atıp kaldığı yerden şehri gezmeye devam ettik. Gitmek istediğimiz ilk yer etnografya müzesi isen restoaranın konumunun bize verdiği şansı kullanarak Bari'nin meşhur alışveriş caddesi olan Via Sparano'yu turlayıp yeni yıl hazırlıklarının cadde üzerindeki vitrinlerde yarattığı hareketlilik ve enerji değişimini sadece görmekle yetindik çünkü etnografya müzesiden sonra gidilmesi gereken bir kaç ayrı nokta daha mevcuttu.  Via Sparano üzerinde yürümeye devam ederken gözümün 3 katlı bir binaya takılıp kalmasıyla arkadaş grubumu kaybettim. Binada asılı bulunan demlik görünümlü objeler oralarda bir yerlerde çay var signali verdi ve demleme çay içmeyeli epey uzun bir zaman olduğundan grubu vehayut geziyi umursmadan dükkana doğru yöneldim. Demli çay bulamadım :) ama kendimi kokularında kaybedebileceğim, yaklaşık 150 çeşit çay ve çay malzemesinin satıldığı küçük bir çay dükkanı buldum. bir kaç paket çayı alıp dükkandan çıkınca grubu kaybettiğimi fark ettim.sokaklarda 20-25 dakikalık bir arayışın ardından sokakta devriye gezen 2 polis memurundan yardım istemek durumunda kaldım.
Grup arkadaşlarımı ararken farkında olmadan müzenin olduğu yerden epey uzaklaştığım için beni motorsikletle müzeye kadar bırakıp, grubumun doğruluğundan emin olmak içinse rehberimizle konuşuncaya kadar müzenin önünden ayrılmadılar sağolsunlar. İtiraf etmek gerekirse, gün içinde gezmenin dışında 5 dakikalığına olsada motorsiklete binmiş olmakta ayrı bir güzellik oldu benim için:) Etnografya müzesinin ardından, tek sıra halinde uzanan binaların ve dar sokaklarından aralarından geçip küçük bir anıtın önünde durduk. Anıtın yapılış hikayesini öğrendikten sonra içimin denizleri köpüklü köpüklü dalgalandı biraz.  Şimdiye gezmiş olduğumla anlattığı kısım eski Bari ve civarıdaki tarihi ve kültürel yerlerle alakalıydı ancak takdir edersiniz ki Bari gibi büyük bir şehrin bir de ''modern'' ve yeni olarak adlandırdıkları kısım var. Eski Bari ve yeni Bari sakinleri arasında ciddi bir ekonomik ve eğitimsel sınıf farklılığı durumu söz konusu imiş 2000'li yıllara kadar. Yeni Bari'de nispeten mali olarak daha kuvvetli ve ''eğitimli'' insanlar ikamet ediyorlarmış Eski Bari'de ise sosyoekonomik ve sosyokülttürel olarak biraz daha düşük seviyeli insanlar.
Bu iki ayrı görünen tek şehrin ise uzlaşma konusunda ciddi sıkıntıları varmış 2000 yılına kadar. Ciddi çatışmalar ve anlaşmazlıklar yaşanmış. 2001 yılında iki şehir ''yapılaşması'' arasında çıkan silahlı kavganın üzerine sokaktan tesadüfen geçen 16 yaşındaki çocuğun çatışmanın ortasında kalıp, kurşunlardan birinin kendisine isabet etmesi üzerine ölmesinin ardından bu 2 şehir yapılaşması ''barış'' ilan edip çatışma ve ayrıklık düzenine son vermeyi istemişler. Ve 1 yıl sonra da bu heykel ölen genç çocuğun, Michele Fazio anısına öldüğü noktaya dikilmiş. Puglia Bölge Yönetimi tarafından Eski Bari'ye olan sosyal kalkınma yatırımlarının artması ile de şuan herhangi bir sosyolojik sorun veyahut çatışma durumu söz konusu değil-miş, rehberimizden aldığımı bilgiye göre.  Michele Fazio anıtından sonra rüzgarın sesi, yeniyıl ışıklandırmasının aydınlattığı sokaklarla rotamızı Basilica di San Nicola 'ya yani Aziz Nikolas Bazilikası'na çevirdik. Puglia-Romanesk mimarisi konusudaki en ünlü yapıtlardan birisi Aziz Nikolas Bazilikası. Tarihi oldukça eski, 12 .yüzyıla dayanıyor. Tarihin Antalya Demre'nin bir de ortak noktası bulunuyor. Aziz Nikolas Antalya'nın Demre ilçesinde ölüyor ve şuan Demre'de bulunan Aziz Nikolas Kilisesi kendisi için yapılıyor ancak Bari'den giden denizciler Aziz Nikolas'ın kemiklelerini çalarak Bariye getiriyorlar. Tekneden indirip 2 ineğin çektiği arabaya yükleyerek taşımaya başlıyorlar. 

Ancak inekler şuan Bari'de Aziz Nikolas Bazilikası'nın olduğu yere gelip duruyor ve hareket etmiyorlar. Akabinde ise Bari'liler Aziz Nikolas'ın orada gömülmek istediğine inanarak kemiklerini bugün ki Basilika binasının bulunduğu yere gömüp kendisi için kilise yapıyorlar ve akabinde büyük Bazilika inşa ediliyor. Aziz Nikolas Bazilikası Hristiyanlar için önem arz ediyor. Yıl içerisinde bir çok Hristiyan'ın buraya gelip ibadet ettiğini söylüyolar. Ancak Bazilika içinde ve dışında benim ilgimi en çok çeken şey, çocuklar için kilisenin bahçesine kurulan beyaz dilek havuzu. Yeni yıl ve Noel'in yaklaşmasından dolayı kilise bahçesine beyaz büyük bir branda seriliyor.

Bu brandanın üzerine çocuklar mumlar ile melek silueti oluşturmaya çalışarak, brandanın üzerine Noel için dileklerini yazıyorlar veya renkli kalemler ile çiziyorlar. Bu sayede ''Noel Baba'ya'' dileklerini ileteceklerine inanıyorlar-inanmak istiyorlar.  Bazilika ziyareti ve dilek havuzunun keyifli görüntüsünün akabinde günü kapatmak üzere otele geri dönmeye karar verdik. Ancak yol üzerinde en benim ve bir çok arkadaşımın favori işletmelerinden birine rastlayarak yolu biraz ertlemek istedik.  

İtalya'nın en çok sevdiğim şeylerinden biri ''gelato''. Mevsim ne olursa olsun ve nerede olursam olayım, bulduğum yerde hiç bir dondurma tezgahını selamsız bırakmam. Hele bir de Martin Nucci ise. Enfes dondurmalar, tatlılar, kurabiye ve kahveler için gördüğümüz yerde camına sarılmak istediğimiz bu işletme zincirinin şubesini elbette es geçmeyecektik. Usulce içeri girip kahve ve puglia bölgesinin geleneksel tatlısı olan pasticciotti ve bir kuple dondurma siparişlerimizi verdik. Muhabbet ve tatlının ruhumuzda yarattığı etkiye dayanarak keyifle otele geri döndük. Akşam yemeği ve muhabbetinin bitmesini beklemeden odama çekildim. Çünkü ertesi sabah 5 de Lecce'ye geri dönmem ve bir takım evrak kürek işlerimi halletmem gerekiyordu. Bunun ani haberi üzerine bulunduğum gruptan özür dileyerek, Poggiardo'da buluşma sözleri üzerine Bari'den ayrıldım. 1,5 gün için oldukça yoğun ve doyurucu bir programdı.Ancak bitmemişti ve Poggiardo'da devam edecekti.



Saturday, 25 November 2017

SURVİVİNG PUGLİA

Hava sıcaklığı depresyona girme sebebi olabilir mi ? Olabilir. Çok sıcak ve çok sıkıcı olmaya başladı herşey. Ilk defa evden çıkmadığım günlerin sonuna Eylül ayına kavuşmanın huzuru içerisindeyim evimizin bahçesindeki domatesler erik ağacı ve ev kedimiz ''spanish guy'' la birlikte. Selamlar Canım'lar. Herkesin iyi olduğunu umuyorum. Beni sorarsanız iyiyim, iklim hariç herbirşeylerim yolunda.Ayların birer birer geçiyor olması ve vaktin bu kadar hızlı geçmesine şaşıyorum herzaman ki gibi. Biraz mektup vari bir giriş oldu lakin hal hatır sormanın başka bir lisanını bilmiyorum dürüst olmak gerekirse :). Bunun haricinde ise gündüz yaz kampına gidip siesta saatine kadar çocuklarla etkinlik yapıp ( fotoğrafları geçen ay paylaşmıştım hatırlarsanız) siesta esnasında eve kapanıp, depresyona girip akabinde depresyon kovucu olarak adlandırdığımız aktivitemiz olan yüzme işlemi için kendimizi en yakın yerdeki su kenarına( aramızda kalsın çok harika beach'lerin dibindeyiz) ya da meşhur sokak etkinliklerine atıyoruz. Ve günün kapınışı olarak ara sıra istisnalar olsa da domateslerimi sulayıp, balkonda türk kahvesi özlemini espresso ile giderip kitap okuyarak veyahut 8 kişi kaldığımız evimin insanlarıyla muhabbet ederek günü sabaha doğru kapatıp uykusuz uykusuz yine kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bunların dışında bulursam eğer bir de yakın yerlerdeki yerel festivalleri geziniyorum.Neyi nasıl üretiyorlar diye ( naparsınız meslek aşkı) aşağıda da onlardan bir kaç birşey paylaşacağım 
Aşağıdaki ilk fotoğrafta pizzica festivalindeki standlardan biri olan çorba standı var.Pizzica italya'nın Salento bölgesinde bir erkek ve bir kadın oynan eşli-halk oyunlarından birisi.Çorba standı ile ilgili olarakta reklam flamasına dikkatinizi çekmek istiyorum. Bakliyatların ekiminden başlayarak çorbanın nasıl yapıldığını anlatan bir inogram aslında. Başından sonuna bütün süreci anlatıyor.

Çorba aldığınızda ise çorbayı servis etmeden ''yabancı'' olduğunuzu anladıklarında önce çorbanın kültürel tarihi ile ilgili bilgi sahibi olup olmadığınızı sorup, bilmiyorsanız eğer tarihini anlatmaya başlıyorlar. Tarihi ise; 100 yıl önce kuraklık döneminde olan Maltano'da  insanların yiyecek birşey bulamayıp en son kalan gıdalarını birleştirerek, yeni mahsul elde edinceye kadar ortak çorba yaparak hayatta kalmayı başarmaları gibi bir geçmişe sahip. Bu kısa hikayeyi paylaşmalarının sebebi olarak da ''ziyan- israf''a dikkat çekmek ve geçmişte atalarının bulunduğu birlikteliği paylaşmak, yeni kuşaklarla bunu aktarabilmek.İkinci olarak üretici ülke olarak Türkiye yazısını gördüğüm organik sabunlar var :) Festival standlarını gezerken güzel çiçek kokularının olduğu yere doğru ilerlediğimde renkli renkli sabunlarla karşılaşıp, acaba sabunlar mı kokuyor diyerek elime alıp koklamaya başladım. Sabunlar kokmuyordu ama üzerinde ki Turchia yazısı kokulardan mutlu etti diyebilirim :) Son olarak ise gece sokağa çıktığınızda veyahut festival alanlarında kuru yemiş, baharat satan ve bana Türkiye'deyim hissi veren bu arabalı standı paylaşmadan geçemezdimm. Bunların dışında da değişik hiç birşey yok. Eylül ayı programını ev halkı olarak heyecanla bekliyoruz çünkü aynı zamanda 2 tane gençlik değişimi programının hazırlıkları ve heyecanı içerisindeyiz.


LAVORARE CON İ BAMBİNİ

Günler su gidip akıp gitmeye dursun efendim. 4 ayı bitirip 5.aydan gün aldık Poggiardo'da. Anaokulunu, rehabilitasyon merkezini kapatıp yaz kampında göreve bile başladık. Biraz çoğul ve efkarlı bir girişin ardından selamlar herkese. Çoğul ve efkarlı oldu biraz zira özlemeye başladım evimi yurdumu. Çoğulcu konuşmamdan sebep ise iş paylaşımı yaptığım arkadaşlarımın bulunması.
Günler epeyce hızlı akıyor. Bunun iki sebebi var ilk EVS'ci arkadaşlarımızı uğurlamaya başladık bu da onlarla daha fazla vakit geçirmek adına, gün içinde yaptığımız sohbetlerin artması ve gezmelik görmelik yerleri tüketme hızımızın zirveye ulaşması demek. Uzun dönem buradaki hayatı tecrübe edip ( yaklaşık 1 yıl kadar) akabinde projelerinin bitmesi üzerine ülkelerine geri döndüler (romanya, macaristan) bu bizi biraz hüzünlendirse de ilk etapda buradaki sürecin biteceğini ve kısıtlı zamanlarla burada olduğumuzu hatırlattı.Diğer sebep ise mevsim yaz malumunuz, hava resmen burnumuzdan getiriyor. İzmir ve ŞanlıUrfa sıcağı görmüş biri olarak buranın sıcağı bizim oralara** rahmet okutuyor(** çünkü buradayken Türkiye sınırları içerisinde kalan heryer bizim oralar oluyor...). Siesta başlangıcının bir ertesinde, güneş batıncaya kadar sıcaktan transa geçmiş vaziyette olduğumuz yerde kalakalıyoruz. Bazen hadi gari bir cesaret deyip bisikletlerle kendimizi en yakın mesafedeki deniz kıyısına atıyoruz. Ancak genel itibariyle yaz kampındaki çocuklar bütün enerjimizi sömürmüş olduğu için bu işlevi gerçekleştirmek genelde haftasonlarında mümkün oluyor.
Yaz kampı demişken biraz bahsetmek istiyorum. Bir sürü küçük çocuğun evlerine tıkılıp kalmalarını ya da teknolojik araçlarla haşır neşir olmalarını bir nebze de olsa engelleyen bir aktivite alanı aslında. Güney italya'da gerçekleşen tüm resmi faaliyetler gibi sabah başlayıp öğlen 13.30 a kadar devam ediyor. İçerik olaraksa en güzel bir şey (bu kelime dizisini kullanmayı çok seviyorum) engelli çocuklar ile engeli bulunmayan çocuklar birlikte aktivite gerçekleştiriyorlar. Bu aktiviteler genelde boyama, resim yapma veyahut basit fiziksel aktivitelerden oluşuyor. Öğretici bağlamda ise çocukların karma iletişim kurması konusunda yardımcı oluyor. Bir nevi kaynaştırma eğitimi gibi.. Ben genelde işin boyama ve boyanma kısmında yer alıyorum ki bundan sebep nasibimi aldığım fotoğrafları aşağıda paylaşacağım. Cağnım beyaz tshirt'im boyama yaptığım minik arkadaşlarımın boyalı ellerince damgalandılar...
Diğer taraftan sosyal hayat iyiden iyiye hareketlendi buralarda. Yaz olması sebebiyle her yerde bir etkinlik gerçekleşiyor. Sokak oyunları, konserler genelde genç kuşağın ilgi alanı, orta yaş veyahut yaşlı kuşak akşamları kendilerini kapı önündeki sandalyelerinde buluveriyorlar. Çekirdek çitleyip çay içmeselerde sokaktan geçenleri izleyip , kendi aralarında muhabbet edip selamlar veriyorlar ( tanıyıp tanımamaları mühim değil, tıpkı bizim küçük yerleşim yerlerimizde devam eden kültürümüz gibi; sokağından/muhitinden geçene gösterilen misafir nezaketinin gereği) bu biraz daha kendimi buraya yakın hissetmeme sebep oluyor. Çünkü oturduğumuz sokaktaki hemen hemen bütün orta yaş ve üzeri amcaları, teyzeleri tanıyorum. Onlarda beni :) bu güzel bie şey çünkü sabah uyanıp kendimi evimde bulmak istediğim günlerin akşamlarında bu insanlar, burayla olan bağlılığımı arttırmam için gerekçe oluyor.Ama yine de hiç bir şey insanın çocukluk komşusu ayten teyzenin güvenini, anne kokusu ve onun salçalı ekmeğinin samimiyetini tutmuyor.
Bu ay için böyle durumlar. Gelecek ay'a kadar sağlıcakla kalın efendim.

Saturday, 18 November 2017

DREAMING SOUTH ITALY

Ne güzelsin Ekim!
Sonbaharı en çok hissettiren. Yaprak renklerindeki değişimi, doğanın uyku öncesi halini gördüren...Her yerde her köşede.  Ahmet Kutsi Tecer'in dediği gibi; Bu sabah içimde bir tazelik var, Bu sefer, bu camdan giren gündüz, ben! Sokaktan yükselen şu sen naralar,
Bu camdan bakınan, bu gülen yüz ben! Biraz Ekim duygusallığı, biraz yorgunluğu, bir  kuple şiir ve Pompei'den küçük bir bahçe görüntüsüyle ile herkesi selamlarım. Umarım hepinizin vakit dolu dolu ve heyecanlı geçmiştir. Zira benimki öyle oldu. Eylül ayı içerisinde gerçekleştirdiğimiz 2 gençlik değişiminin yorgunluğunu ve projesi biten arkadaşlarımın gidip ev ahalimin komple değişmesinden dolayı üzerimdeki duygusal yorgunluğu atmak için aya küçük ve hızlı bir italya turu ile başladım. Çok da iyi yapmışım. Türkiye'den gelen iki canımın içi arkadaşımla Roma Tiburtina otobüs garında buluşup Siena-Floransa-Pisa-Venedik-Napoli-Pompei şeklinde bir hızlandırılmış tatil ve özlem gidermece yaşattık kendi kendimize. Bu satırları yazarken de onların gelirken yanlarında benim için teselli olarak getirdikleri  türk kahvesini yudumlayarak yazmaktayım. Nasıl makbule geçti anlatamam. Sert kahve ülkesinde yaşanızda alışkanlıklar kolay kolay değişmiyor azizim. Uyum süreci ve kökten değişim farklı şeyler. Buna sıklıkla gezi sırasında kanaat getirmiş oldum. Sokaklarda gezerken her ne kadar pizzaya gömülsek te kebap dükkanının önünden geçerken kafamı içeri uzatma isteğim beni hiç yanlız bırakmadı. Tura önce Sieana'dan başladık. Küçük sempatik bir yerleşim birimi, gördüğümüz kadarıyla. İtalya'daki şehirlerinin bir çoğunda olduğu gibi ''tarihten oluşmuş'' bir kent. Piazza Del Campo, Sieana Katetrali, Palazza Publico, San Domenico Bazlikası, Santa Catherina ve dahası...sakinlik ve  barok mimari severlere için her şeyiyle insanı bağlayan bir kent Sienada 1 gün vakit geçirip rotayı tren aracılığıyla Floransa'ya sürdük..Floransa sanat konusunda insanın ömürlük açlığını giderecek ve sonraki süreçleri iç çekerek kendini anımsatacak bir şehir. Her yer inanılmaz çekici ve sürükleyici, yemekler, mimari, bitmek tükenmek bilmeyen enerjik bir şehir. gecesi ve gündüzü ayrı çekici ve kesinlikle 10 günde kalsanız gitmek istemeyeceğiniz bir yer.
Vaktimizin kısıtlı olması dolayısıyla 1 gece 2 gündüz kalabildik. Ve hala aklım orada :) 
Ve elbette Toscana sınırları içinde olunca yemekten bahsetmemek haksızlık olur. İtalya'da en çok özediğim ve kıskandığım şey, hala yerel üretimlerin geleneksel olarak devam ediyor olması, çok gerekmedikçe endüstriyel tarım araçlarına başvurulmaması bu sebepten dolayı toprağın tadını koruyor olması. Bu durum yediğiniz en basit sandviçi bile inanılmaz lezzetli ve keyifli bir hale dönüştürebiliyor.

Floransanın ardından Pisa'ya koşturuyoruz efendim. Elbette yamuk kulenin kenarına fotoğraf çekinmeden olmaz ama bana sorarsanız Pisa'da kuleden çok daha fazla ilgi çekecek şeyler bulunabilir. Kathetrale uğranabilir, ikinci el pazarı gezebilir, ara sokaklarda gezerken, kullanılan  alt yapı üzerine esprili muhabbetler yapılabilir (burası azıcık şaka barındırır) veyahut Domus Mazziniana'a giderek, dokunmatik üç boyutlu tarihi eser görselleri (teknik adı hologram sanırım) müzecilik perspektifinizi biraz daha farklılaştırabilirsiniz.Gitmeden önce etraflıca araştırma yapmanızı ve buranın ayrıntılarına dair bir kaç bilgi edinmenizi tavsiye ederim. Bakış açınızı değişitirecektir. 

Bu arada bu fotoğraf çekim fikri bana ait olmayıp, internette ön araştırma yaparken görüp, beğenip, kıskanıp kadrajımı ona göre ayarlamamla ortaya çıkmış bulunmaktadır 😁Pisa'dan sonra durmaksızın devam ediyor ve Floransa aktarmasıyla Venedi'ğe doğru tren-otobüs aktarmasıyla varıyoruz. Venedik'te çok fazla vakit geçirmesek te kentin duygusallığını hissetmek hiç zor değil. Bir ucundan giriş yaptığınızda sonuna kadar sizi alıp sürükleyip götürecek bir sürü kanal geçişi ve tabi ki kayıklar mevcut. 
Biz kayık kullanmaktan ziyade yürüyerek gezmeyi tercih edip kısıtlı zamana rağmen şehrin yapısını biraz daha soluma fırsatı bulduk.
San Marco Bazilikası,Il Redentore, devasa genişlikteki Fenice Tiyatrosu ,Guidecca, Kiliseler ve elbette günün mükafatı olarak Magnum mağasında kendimizi ödüllendirmemiz...

Venedik'ten sonra Napoli'ye gidecektik ve bu yüzden geceyi çok fazla tüketmeden kalacağımız B&B'ye geri döndük. Çünkü ertesi sabah saat 6 daki uçağa yetişmek başka türlü mümkün olmayacaktı. Bu arada B&B demişken ; bundan sonraki bütün gezilerde mutfağını kullandıran, evindeymiş gibi hissettiren B&B'ları tercih edeceğim. Çünkü hem istediğiniz gibi hareket edebiliyorsunuz. Hemde mutfağı kullanmanın lüksüyle , biraz da benim gibi mutfakla uğraşmayı seven biri iseniz inanılmaz keyifli vakit geçirmiş oluyorsunuz. Tüm bunları geçirip dururken havaalanına gitmek için  aldığımız ulaşım tarifinin azizliğine uğruyoruz. Otobüs saatlerinin söylenenden farklı olması dolasıyla bir gün önceden hazır almış bulunduğumuz havaalanı otobüs biletinin yanına yenisini ekleyerek 8 euro karşılığında özel ulaşımı tercih etmek zorunda kalıyoruz.Havaalanında ''zaten geç kaldık kardeşim, acele etsenize biraz, yol ver geçem hemşerim'' sinir bozukluğuyla uçağa erişiyoruz üstelik kapının açılması için ekstra 20 dakika bekleyerek.Şu italyanlar iyi hoş de be kardeşim bize göre biraz daha kanı ağır , rahat bir millet, ya da bizde mi azıcık öyle olsak ne derken Napoli'ye varıyoruz. Diğer enerji sömüren olayı Pizza'nın ana vatanında yaşıyoruz. İnternetten bakınıp, gidene-gelene sorup, adını-adresini aldığımız pizzeria kapalı oluyor. Bu gerçekten bir hayal kırıklığıdır... Ama bununda kazanımını elde etmekten geri duracak değildik elbette. Kapalı olan pizzeria'nın karşısında bulunan klasik küçük sokak arası bir italya tipi  bara gidip caffe latte ve Le Stogliatelle isimli tatlıyı mideye indirdik. İtalya tipi klasik küçük bar'lara gelince. Türkiye'deki bar anlayışından biraz daha farklı. Kahve içip yanında tatlı birşeyler atıştırabileceğiniz akşam ise  düşük alkollü içecekler alabileceğiniz son derece basit bir konsepte sahip. Ancak Bar çeşitleri servis ölçeğine göre bazen iyi bir restorana kafa tutabilecek kalitede olabiliyor. Oradan bir dükkan yandaki pizzeria'ya geçip pizzaları mideye indirip  Pompeii'ye doğru yol alıyoruz. 

Pompeii kesinlikle 1 gün ayrılması gerekilen bir antik şehir. Vezüv yanardağının patlaması sonucu 1700 yıl toprak altında kalmış, dönemin ticaret merkezlerinden biri ve hakkında bir çok farklı bilgiye erişmek mümkün. Napoli'de gezinmeyi tamamlayıp arkadaşlarımı Türkiye'ye geri dönmeleri üzerine Roma'ya yollayıp kendimde Poggiardo'ya geri döndüm. Geri döner dönmezde sevgili dernek başkanı'nın son dakika golü ile karşılaşmak paha biçilemez bir tatil sonrası argamanı oldu.Türkiye'den gelen bir grupla proje toplantısında olmak ve yol yorgunluğunun üzerine ful 2 gün bu proje ve sonraki projeler konusunda kafa patlatmak kahve tüketim oranımı zirveye taşıdı ama güzel oldu. Son değerlendirmenin ardından koşarak eve geldiğimi ve kendimi yüzü koyu yatağa attığımı hatırlıyorum sadece :) Şanslı olduğum nokta ise daha önce engellilerle çalışmış olmam ve grubun proje toplantı içeriğinin engelli bireylerin doğa ile buluşturulması idi. Karşılıklı diyalog halinde deneyimlerimizi ve hali hazırdaki etkinliklerimizi paylaştık olabilecek durumları gözetip multi katılımlı hale nasıl dönüştürebileceğimizi konuştuk. 

Bu toplantı halinin ardından Ekim sessiz geçer mi? Geçmesin. Zaten şurda ne kadar vaktim kaldı ki tecrübe edineceğim. Bir kaç günlük aranın ardından Fransa'da gelen bir grup gençle 12 günlük bir  kültürel kaynaşma programı tamamladık. Bu programda Salento'nun geleneksel hayatı konusunda bilgi verip, yerinde tecrübe etmelerini sağlayan küçük atölyeler düzenleyip akabinde onların kültürleriyle ilgili olarak bize hazırladıkları workshoplar'la doyurucu bir  takvim ortaya çıkarmış bulunduk.
Beni en çok şaşırtan ise gençlerin dominoyu geleneksel oyunları olarak tanıtmaları oldu. Benim bildiğim kadarıyla domino 3-4.y.y.da Çin'den çıkıp ticaret yolları ile bütün dünyaya yayılan ancak en çok Ortadoğu'da ve bizim ülkemizde bazı geleneksel kıraathanelerde devam süren bir oyundu. Önce kurallarda değişiklik vardır diye düşündüm ancak tamamen aynıydı.. Bizim yaptığımız atölyelerde ise tabi ki makarna ve mozeralla yapımı, geleneksel salento sepetinin örülmesi, yakınlardaki bir kaç üretim alanının gezilmesi Lecce tarihi şehir merkezi ve Salento'nun sembolü olan bir kaç kıyı şeridini gezip programı tamamladık.Bu ay da böylelikle bitti , kalan 2 buçuk ayımında dolu dolu geçmesini umarak evime geri dönmeyi istiyorum. Çünkü gerçekten özledim. Demli çay içmeyi, babamla geleneksel tavla  merasimimiz olan tavlayı koltuğumun altına sıkıştırmasını,  hayırsızlığımla suçlayan arkadaşlarımla vakit geçirmeyi, semt pazarında ''3 lira 5 lira al al al yarına bırakma'' diye bağıran kafasında beresi, belinde mavi önlüğü ile pazarcı abinin ağzından çıkan soğuk buharın  havada  dağılışını izlemeyi 
ÖZLEDİM.


YOUTH DREAM

Evin karanlık salonunda oturmuş, mutfaktan gelen romantik ispanyolca müzik ve karışık yemek kokularının eşliğinde '' hadi gari yaz artık yine geç kaldın '' diyerek kendimi masanın başına attım. Biraz yoğun ama bir o kadar da dop dolu bir ay geçirmenin yoğunluyla herkesi selamlarım. 
Burada havalar soğudu( yine mi hava su muhabbeti ! ; Evet , sizi bilmem ama beni direkt olarak etkileyen bir çevresel unsur). Okullar açıldı. İşler güçlerin yaz rehaveti biraz daha kalktı. Biz bu süre içerisinde 2 gençlik değişimi programı tamamladık, 9 ülke katılımcısı ile (Romanya,Litvanya, Estonya, Ermenistan,Macaristan,Ukrayna, Bulgaristan,Fransa, Yunanistan).ve doğrusunu söylemek gerekirse tüm zaman ve enerjimizi çekti diyebilirim. Konunun ayrıntısını ballandıracak olursak ; gençlerin değişim konuları Göçmenlik ve Göç idi. Bu sayede bende pasımı atmış oldum. Uzun zamandır bir gençlik programında yer almamıştım. Program sorumlularından biri olmanın verdiği stres de paha biçilemez bir tetikleme mekanizması oldu tabi. İlk defa ingilizce kullanma zorunlulumun olduğu bir programda kolaylaştırıcılık ve eğitmenlik yaptım.Aşağıda beden dilimden anlayacağınız üzere ilk başlarda biraz sıkıldım ama sonu muhteşemdi ki onu son fotoğrafta görme şansınız olacak.

Ne yaptık peki; Göç'ü anlattık, anlatmalarını istedik. Çünkü herkesin hayatının yakınında, uzağında, içinde bir göç hikayesi ufak yada büyük çapta var. Bazen de zorunlu göçe dair gördüğüm, duyduğum, öğrendiğim insanların nedenlerini ve hikayelerini paylaştım. Bazen eğitim salonu kullandık bazen en yakındaki cayır çimeni :)  
İşin en eğlenceli kısmı tabi ki ekip arkadaşımla birlikte energizer'lerdeki kolaylaştırılık yapmam oldu.Benim için en iştahlı kısmı buydu doğrusunu söylemek gerekirse. Çünkü oyun modülü hazırlamak için kafa patlattık. Energizer'ler bazen aşırı ciddiyet taşıdı ve gençler oynarken tartıştı, öğrendi. Onlardan birinin metaryelleri de aşağıda yer alıyor.
Bu kağıtları gençlere dağıtıp belli süreler ve aktiviteler verip oku- oyna- tartış şeklinde eğlenceli bir modül tamamladık. Bu güzel yazılı kişiyi takdim etmekse ayrı bir zevk benim için.Kendisi kaligrafist olup buradaki eski gönüllü arkadaşlarımızdan birisi ve vaktinin müsait olması dolayısıyla yardıma geldi. Ve bizi güzel yazılarıyla mest edip birde güzel yazı yazmak konusunda minik bir atölye gerçekleştirdi. Tabi ki atölyenin sonu bizim programımızın sonu ile birleşip gençlerin duygu ve düşüncelerini bu şekilde bir workshopla yazılı olarak öğrenmiş olduk. Bu arada güzel yazı sanatına dair ilginiz varsa kendisini instagramda  thegraceofwriting hesabından takip edebilirsiniz. Zira programdan sonra kendisini Londra'ya uğurladık, oradaki bir kaligrafi okulunda bir süre eğitim alması ve çalışması üzerine. Eminim ki ilerleyen günlerde çok daha  lezzetli çalışmalarda bulunacaktır. Bol şans dileklerimi her gün yenilediğim gibi sizinle birlikte bir kez daha yenilemiş olayım  😊
Diğer yandan gençler mükemmeldi hocam; sanki kendim hala o kuşaktan değilmişim gibi...Sahiden değilmişim gibi hissettim kendimden 11 yaş küçük katılımcıları görünce. Ama sanki öyle gibi de değilim dimi😊 (Ortadaki yavu ağzı şortlu insan ben oluyorum 😁 )
Onların ve benim en sevdiğimiz diğer durumsa tabi ki iki program için de düzenlemiş olduğumuz ''italyan makarnası yapma atölyesi'' oldu 😊  Hamur yoğurduk,  yuvarladık, yufka açtık, kestik, kuruttuk ve ertesi gün akşam yemeğinde imece usulü yapılmış olan tüm makarnaları yedik 😵aşağıdaki fotoğrafta da hamarat katımcılarımız var 😏

Bitti mi ? bitmedi elbette daha kültürel gece yapaciğiz :)  Her ülke katılımcısı ülkesinden getirdiği yerel içkiler, yiyecekler ve küçük hediyelerle zamanlarımızı şenlendirdi. Hayatımda ilk defa Estonya ekmeği yedim ki farkı nedir derseniz ; ekmeğin tamamen kara buğdaydan yapılmış olması ve yaklaşık olarak 24 saatlik pişme süresine sahip olması. Lezzetli miydi ? Elbette :) . Düşük ısıda 24 saat pişip hiç bir besin değeri kaybına uğramamış olan ''ekmek'' Lezzetli olmaz olur mu hiç . Ancak itiraf etmek gerekirse beni en çok tatmin edenler ; Yunanistan'lı katılımcıların getirdiği ''Feta'' ( bizim  tam yağlı beyaz peynirin ikiz kardeşi) yaptığı musakka. Ermenistan'lı katılımcıların getirdiği ceviz reçeli ( ki Bitlis'de ve Van'da geleneksel olarak bulabilirsiniz) yaptıkları zeytinyağlı sarma, pilaki ve getirdikleri pestildi Ev özlemi giderdiğimi hissettim. 😊 Tabi bunların üzerine oyun patlatılmaz mı ? Elbette! patlatılır kültür gecesi hocam bu . Herkeslerin şarkılarını, folkunu görmek farzdır. Derken bitirdik bütün bir ay'ı ve programları. Sırada ne var Bilmiyorum.Yaşayıp, görüp, aktaracağım :)


Sağlıcakla.





Saturday, 23 September 2017

İtalya'dan Selamlar

Bu ay gerçekten ilginç bir aydı benim için. Öncelikle belirteyim haftanın 2 günü bir anaokuluna diğer 3 günü rehabilitasyon merkezine gidiyorum. Haftasonları da enerji bulabilirsem diğer gönüllü arkadaşlarla ''yakın uzakları'' gezmeye gidiyorum. İyiden iyiye sıradanlaşan günlerin monotonluğunu bozan tek şey ; okulların kapanıyor olmasından dolayı gönüllüler olarak sene sonu hazırlıklarına yardım ediyor olmamız. Biraz stresli, biraz eğlenceli ve oldukça yorucu. Çünkü anaokulundaki çocukların sene sonu ront gösterisi hazırlığı, rehabilitasyon merkezindeki katılımcıların yıl sonu dosyalarının hazırlanması iyice aklımızı karıştırdı. Bazen Giuseppe'nin dosyasını hazırlarken Maria'nın step eksikliğini nasıl gideririzin cevabını yazdık bazen ront gösterisi için kullanmamız gereken tamburelları ( burada ki yerel bir çalgı) rehabilitasyon merkezinde unuttuk. Fotoğraflarla bu durumu size nakletmek isterdim aslında ancak; fotoğraf çekmek için önce çocukların ailelerinden tek tek izin almamız gerekiyor. Sonra bunu okul yönetimine bildirmemiz gerekiyor sonra derneğe haber verip, fotoğraf çekmemiz gerekiyor sonra fotoğrafları bu üçlü gürüha sunup onay almamız gerekior, fotografların sakınca içermediğine dair ve en nihayetinde fotoğrafların kararını bekleyip yayınlamamız veyahut yayınlamamamız gerekiyor... Bu olay silsilesinden muzdarip sadece yazmakla yetineceğim affınıza sığınarak. Bu prosedürün gerekliliğini öğrenince hak vermekle vermemek arasında gidip geldim ki hala öyle. Çocukların fotoğraflarına dair bu kadar hassasiyet göstermelerinin tatmin edici mutluluğunu belirtmeden geçemeyeceğim. Dünya'da bu kadar çocuk istismarı yaşanırken özellikle...diğer taraftan sosyal hayata ve gönüllü evindeki hareketliliğe değinmek gerekirse ; güzel bir yaz bizi karşıladı ve böyle devam edeceğini ümit ediyoruz. Çünkü güney bölgesinin en turistik yerlerinden birindeyiz . Olabilecek en temiz , mavi-yeşil arasında renkteki deniz suyunu, güler yüzlü insanları bulmamız sadece yarım saatlik bisiklet sürüşüne bakıyor.

Hoş bisiklet kullanmadığımız zamanlarda çok eğlenceli oto-stop anların yaşayabiliyoruz. Bunlardan birinde adını hala anımsayamadığımız otel sahibi ile olan  eğlenceli tanışıklığımız var. bulunduğumuz yere yaklaşık 15 km 'lik uzaklıkta bulunan plaja gitmek için 4 gönüllü oto-stop kararı alıp otel sahibi bir amcaya denk geldik. Sağolsun bizi önce oteline götürdü kahve ve dondurma ısmarladı, otelini gezdirip bizimle muhabbet edip sahile bıraktı akabinde ise akşam dönüş için bizimle saati kararlaştırıp gitti. Araçtan iner inmez 4 arkadaş birbirimizin yüzüne bakıp yaşadığımız şaşkınlığın ifadesi olarak ''o neydi '' diyerek keyifli gülümsedik. Günün tadını çıkarıp akşam için yola koyulmuştuk ki arkamızdan tanıdık bir ses ''nereye gidiyorsunuz'' dedi. Amcanın geleceğini gerçektten tahmin etmedik, inanamadık daha doğrusu. Akşam evimize konforlu dönmenin rahatlığı ve amcanın sıcak kanlılığı ile kendimizi borçlu hissedip bir şişe limonchello bir tepsi türkiye tarifli tramisu (tiramisunun kendi memleketinde bunu yapmak gerçekten ilginç oldu) ile kapısını çalıp teşekkür ederek yerelden uzun süre iletişim kuracağımız bir ev sahibi kazanmış olduk. Haricinde ise 9 insan 2 kedi  ve 2 kedi yavrusu aynı evde kalıyoruz canımlar. Genişçe bir ev, güzelce bir bahçesi ve genişçe 1 teras ve balkonu olması dolayısıyla fiziksel sıkışıklık sorunumuz yok ancak psikolojik sıkışıklıklar yaşamıyor değiliz. Nihayetinde hepimiz farklı yaşam pratiklerine küçük küçük de olsa sahibiz. Ve insanların kabalık mı  yanlız mı yaşaması gerektiğini sorgulayıp duruyoruz. Çünkü kalabalık yaşayınca daralıp, yanlız yaşayınca sıkılıyoruz. Açıkcası bu durum benim için pek sakınca oluşturmuyor ki dil pratiği açısından yararının olduğunu söylemezsem haksızlık etmiş olurum. 


Nihayetinde  kalabalık yaşamayı seven bir toplumda büyümüş, bayram , cenaze, düğün öncesi , esnası, sonrası seramonilerinde oldukça fazla kalabalık tüketmiş birisiyim. Ama yine de insan kendi kalabalığını aramıyor değil. Diğer yandan ilçe iyiden iyiye hareketlendi. Hemen hemen her hafta bir geçit yaşanıyor bunlardan birisi de hazırlıklarına hayran kaldığım SanAntonio. İçeriği tamamen manevi ( dini) durumlarla alakalı olan bir tatil, kutlama günüydü. Hazırlıklarına günler öncesinden başladılar ve aşağıda göreceğiniz renkli eğlenceli geceyi yaşayıp, yaşattılar. Bütün ilçe sabaha kadar uyumadı, gezdi, eğlendi desem doğrudur.  Ha bir de ilginç Bir şey daha  burada bazı tatiller bazı mahalleler için :) örneğin poggiardo'nun Vaste mahallesi bu tatili yaşaymadı. Sebebini biz de bilmiyoruz. Öğrenince yazacağım. Şimdilik iyilikle kalın :) 

Thursday, 21 September 2017

GENÇLİK RÜYASI

Uçak sarsılmaya başlamış, hosteslerin kemer ikazı ile uyandım. Roma'ya iniyorduk ve etrafa bakınınca biraz şaşırdım. Uykusuzluk ve yorgunluktan ters yüz olmuş beynim bir an nerede olduğumu unutturdu.
Benim için yoğun geçen bir haftanın sonunda ,güneşli bir günde gelmeyi umarken yağmurlu ve rüzgarlı bir günde Roma'daydım.
Normal şartlar altında Haziran ayında 1 yıl için Fransa'ya gitme hesapları yaparken önüme İtalya'ya gidebileceğim bir programın konulması, iptal olanlar farklı programlar, reddedilen iş teklifi, üzerimdeki garip enerji değişimi derken 15 gün içinde belli olan EVS yolculuğunun kendisi de epey yorucu olacaktı. Çünkü uçakla İzmir-İstanbul-Roma'dan sonra ki bu yaklaşık 3.5 saat demekti, 7 saat otobüs 1 saat tren yolcuğu yapacaktım.
İtalya'nın Puglia Bölgesinin Lecce Şehrinin Poggiardo yerleşkesine gelmek, daha evvelden benimle sempatik bir tanışıklık içeriyordu. Yaklaşık 5-6 yıl önce Ferzan Özpetek'in Serseri Mayınlar isimli filmini izleyip İtalya'ya gidersem eğer bu filmin çekildiği yerleri gezeceğim demiştim ve şuan o bölgede geçirmek için epey zamanım olacaktı.:)

Tuesday, 27 June 2017

CİBO E CULTURA (YEMEK ve KÜLTÜR)


Türkçe adıyla ''Yemek ve Kültür'' projesi Cibo e cultura.  26- 31 Mayıs tarihleri arasında 10-12 kişilik grup ile gerçekleştirilmiş eğitici kültürel projedir. Projenin amacı Puglia-Salento  Bölgesi , yoğunlukla Botrugno yerleşkesi kültürünü tanıtmak, demostratif olarak katılımcıların yaklaşık bir haftalık yerel deneyim edinmelerini sağlamaktır. Proje süresince yoğunlukla Lecce ili Botrugno ilçesi tecrübe edilmiştir. Haricinde ise Poggiardo açık hava müzesi, Castro, Otranto ilçelerinin turizm alt yapısını destekleyen yapılar (müzeler, kiliseler, doğal yapılar ) ziyaret edilmiş, geleneksel/yerel gıdaların üretimleri ile ilgili workshoplara katılınmıştır. Proje süresince sosyal medya araçları ve proje hastagları (#ciboeculturabotrugno , #weareinpulia , #educationaltour , #puglia , #Botrugno )  yoğun olarak kullanılmıştır.  
Proje 26 mayıs 2017 de Poggiardo'da başlamıştır. 
27 Mayıs 2017 günü  MUSEO DEGLI AFFRESCHI BIZANTINI DELLA CRIPTA DI SANTA MARIA DEGLI ANGELI -Saint Mary Bizans Affreschi Crypt Müze gezisi ile başlamıştır.