Thursday 29 October 2020

Tunus'tan selamlar

Herkese ilkbahar havasında bir coğrafyadan günaydınlar, berrak denizin serin esintisinden merhabalar, Kuzey Afrika'dan; Tunus'tan selamlar. İki aylık kısa bir dönem kapsamında burada gönüllü olarak bulunmaktayım ve bir ayı geride bıraktım. Rengarenk ve çok çeşitli deneyimler elde ettiğim bu zamanımdan birikenleri sizlerle paylaşmak beni mutlu edecektir.

Ben Yunus Alpfidan. Kuzeydoğu Afrika'da yer alan macera dolu ve küçük bir ülke burası. Resmi dili Arapça'nın Tunus diyalektiği olmakta beraber Fransızca da ikinci dil olarak kullanılmaktadır. Para birimi dinar, başkenti ise ülke ile aynı adı taşıyan Tunus'tur tabi daha çok Tunis diye telaffuz ediliyor. Elbette Sahra'sız bir Tunus düşünülemez. Ülkenin büyük bir bölümünü kaplayan büyülü çölün kum tanelerine henüz ayak basamadım fakat bir sonraki blog yazımda sizlere bu gizemli dünyanın fısıltılarından da bahsedeceğim.

Küresel salgının endişe ve korkularına rağmen Türkiye'den üç gönüllü katılımcı olarak harekete geçtik. Aldığımız sıkı tedbirlerde işin çabası tabi. Neyseki şuana dek kritik bir şey yaşanmadı ve her şey seyrinde ilerliyor. Diğer üç arkadaşımız ise bize sonradan katıldılar. Toplamda altı kişilik bir ekibiz. Geçirdiğimiz bir ay zaman dilimine olabildiğince çok şeyler sığdırmaya çalıştık, bu nedenle zaman yönetimine oldukça önem vermeye çalıştık ki yurtdışında olmazsa olmazlardan biri.

Kaldığımız şehir Tunus'un turistik şehirlerinden biri olan Sousse. Deniz ise bize 5 dk yürüme mesafesinde. Hava durumu yıl boyu ortalama ılık. Market, Louage hattı, kafeler hemen yakınımızda. Bu arada "Louage", Tunus'un şehir içi ve şehir dışı ulaşım aracı. Sarı ve beyaz renkleri olan Louage'lar 8 yolcu kapasiteli sevimli küçük araçlardır. Hemen hemen her yerde mevcut ve her yere gidilebiliyor o konuda kaygınız olmasın çünkü Louage'lar ile ulaşım çok yaygın. Yemek kültürü Türkiye'nin mutfağına yakın fakat yine de geleneksel birçok tatlar mevcut. Ürünler ise çok çeşitli ve ulaşılabilir ama aynı zamanda belirli ürünler dışında tüm her şey Türkiye'ye göre biraz cep yakıyor.

Şimdi de konumumuzu Kantaoui'ye ayarlayalım. Marinası ile lunaparkı, yat turları, spor salonu ile rengarenk bir yer. Gezdiğimiz ilk yer ayrıca; çünkü evimize pek yakın bir lokasyonda. Ardından şehir merkezine doğru bir plan yapıp Sousse harikalarını keşfetmeye koyulduk. Ribat, tarihi olup uzun uzadıya surlarla çevrili bir bölge. Düşmanlara karşı sağlam inşa edilmiş bu küçük şehir Ribat kalesini de içinde barındırıyor. Sadece kale ile de kalmayıp bizim burada girdiğimiz ilk mekan tarihi bir müzeydi; Dar Essid Müzesi. Bu müzede sultanların yaşam tarzına ve geleneklerine şahit olacaksınız. Sizi çok eskilere alıp götüren bu müze tarihi bir ev ve her yer (duvarlar dahil) çeşit çeşit çiniler, seramikler ile kaplı. Zaten çini ve seramik, Tunus mimarisinde ve kültüründe köklü bir geçmişe sahip. Günümüzde dahi bu devam etmektedir. Açıkçası ben adeta büyüledim. Sizleri de bekleriz :) Son olarak ise Tunus Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk devlet başkanı Burgiba'nın memleketine de uğradık; Monastir.

Buraya kadar yazdıklarımı okuduysanız içten teşekkürlerimi sunuyorum!

Asıl konumuz olan gönüllülük aktivitelerine dönelim şimdi. Öyle ya bunun için buradayız. İlk aktivitemiz Kalâa Seghira'daki bir ilkokulun restorasyonunu gerçekleştirmekti. Benim üstlendiğim görev ise çatı temizliği ve kısmende duvardaki çizili resimleri boyamaktı. Ben oldukça sevinç duydum. Her çocuğun daha iyi ve kaliteli bir yaşama, dünyaya hakkı vardır. Daha renkli, daha güleç, daha coşkulu. Onlar büyüklerin göz bebeği. Umarım onlar için bir nebze de olsa elimizi taşın altına koyabilmişizdir.

İkinci aktivite olarak da büyük bir bahçede bitkilerle birlikte olmaktı. Baş başa. Ne romantik ammaa! Değil mi :) İnsan özüne dönüyor. Evet, neler yaptım peki burada? Burada, gülleri budadım, ölü dalları kopardım, güller etrafında kök salmış otları yoldum vs..

Üçüncü ve son aktivitemiz de deniz kenarında sportif faaliyetler organize etmekti. Bunlardan en başlıcası yakın savunma teknikleri idi. Bu aktivite benim tarafımdan gerçekleştirildi. Isınma ve kondisyon egzersizlerinin ardından birkaç ders ile tamamladık. Arkadaşların motivasyonu yüksek, performansları iyiydi. Oldukça keyif aldılar diyebilirim.

Tüm bu aktivitelerimiz proje boyu tekrarlı devam etmektedir.

Az kaldı!..

İlk ay içindeki deneyimlerim bu şekilde. Sizleri bir de Tunus'ta tanıştığımız diğer gönüllü arkadaşımızla tanıştırmak istiyorum. Julia, Karolina, Agnieszka ve Franek. Bu arkadaşlarımız Polonya'dan katılım sağlıyorlar ve tümü de oldukça hoş kişiler. Onlarla tanışmak bizler için büyük bir sürpriz oldu :)

Elbette alışverişlerimizi nereden ve nasıl yapıyoruz diye soracak olursanız bu arada, Mall of Sousse elbette en gözde tercihimiz. Pek büyük bir alışveriş merkezi olan buradan hemen hemen her şeyi bulabiliyoruz ve de fiyatlar ortalama diğer marketler ile aynı. Haftada bir gelip listelediğimiz gereksinimleri karşılayıp tutarı da aramızda bölerek hesaplaşıyoruz.

Bir sonraki Blog yazımda görüşmek üzere sağlıcakla kalın..

Saygı ve Sevgilerimle,

Yunus Alpfidan

Wednesday 28 October 2020

Yurtdışı maceram Tunus ile başladı.

Ne? Tunus mu?

Evet, Tunus! Yurtdışı maceram Tunus ile başladı. Yurtdışı maceram Tunus ile başladı.

Eşimden dostumdan her gün yeni bir üzücü haber aldığım her geçen gün etrafımdaki corona olan insan sayısının arttığı zorlu zamanlarda bir anda karşıma IYACA’nın Tunus projesi çıktı. Türkiyede evde sıkışıp kalmaktan öylesine bıkmıştım ki hiç düşünmeden başvurumu yaptım. Etrafımdaki insanlara yurtdışına çıkacağımı, Tunus’a gideceğimi söylediğimde istisnasız ‘’Ne? Tunus mu?’’ cevabını aldım ve her seferinde ‘’Evet, Tunus!’’ dedim. Aslında nereye gittiğimden,ne yapacağımdan bi haberdim ama eğer yeni şeyler öğrenmek, keşfetmek istiyorsanız sonunu düşünmemelisiniz. Corona sebebiyle biraz sıkıntılı bir havalimanı süreci geçse de sonunda Tunus Havalimanı’na inmiştik..

 Yanımda daha önce tanımadığım 2 insan daha vardı ve 2 ay boyunca beraber yaşayacaktık. Havalimanından bizi mentorümüz aldı ve 2 ay boyunca evimiz olacak olan apartman dairesine bıraktı. Bu şekilde maceramız başlamış oldu..


Eğer benim gibi daha önce yurtdışına çıkmadıysanız ilk olarak bir boşluğa düşüyorsunuz ve ben ne yaptım? ne işim var burada? Soruları kafanızda dönüp duruyor. Sadece bikaç gün içinde sanki uzun zamandır burada yaşamışçasına alıştım Tunus’a. İnsanlar bizleri gördüğünde onlara Türk olduğumuzu söylediğimizde bir anda yüzleri gülüyor ve bize yardımcı olmaya, bişeyler ikram etmeye çalışıyorlar. Tunus’a geldikten yaklaşık 1 hafta sonra 3 arkadaşımızın daha bize katılacağını öğrenip heyecanlandık ve onları beklemeye başladık. Onlar da geldikten sonra macera tam anlamıyla başlamıştı. Farklı şehirler, tarihi eserler, kaleler, müzeler ve Sahra Çölü..

Buraya geleli yaklaşık 1 buçuk ay oldu ve dün Sahra Çölünde safari yapıyordum. Bu muazzam deneyimi herkes yaşamalı. Baktığınız heryer sadece kum ve sadece siz varsınız.. Kumdan tepelerin üzerinde bir aşağı bir yukarı heyecanlı bir safarinin ardından tepelerde birinde durduk ve tam karşımızda StarWars filminin çekiminin yapıldığı yer vardı. Arkasında ise muazzam bir gün batımı..

Karşınıza çıkan fırsatları asla küçümsemeyin ve önyargılı yaklaşmayın. Bir çok insan Avrupa’ya, Amerika’ya gidiyor ve oraları görüyor, hatta internette öylesine çok fotoğraf, video var ki gitmeden bile görebiliyorsunuz. Peki ya Afrika? Afrika’ya gidip tecrübe etmek gerçekten mükemmel bir duygu eğer sizin de karşınıza bir Afrika fırsatı çıkarsa kesinlikle sonunu düşünmeden maceraya atılmanızı tavsiye ederim..

Sevgilerimle

Abdullah Turan KOŞAN

Friday 16 October 2020

Corona ve Evs

Coronadan Önce:

Merhabalar. Hepinizin bildiği üzere corona her şeyi değiştirdi. Buraya ilk geldiğim zaman kreşlere, okullara, engelli merkezine, çocuk yuvasına, huzurevine ve roman mahallelerine giderek aktiveteler yapıyordum. Aktiviteler, gidilen yere göre değişiyordu. Örneğin bazı kreş ve okullarda çocuklara ingilizce öğretirken diğer okullarda spor aktiviteleri ve takım çalışmasını vurgulayan oyunlar oynuyorduk.

Corona Sırasında: 

Romanya’da vaka sayısı arttıkça karantinaya girdik ve evden ne gibi çalışmalar yapabiliriz diye düşünmeye başladık. İlk aylar, gittiğimiz kreş ve okullardaki çocuklar için videolar çekmeye başladık. Bu videolar evde yapılabilecek basit deneyler, oyunlar ve bulunduğumuz kültürlere ait bilgilerden oluşuyordu. Daha sonra Romanya’da vaka sayısı düştükçe sadece belirli saatlerde sokağa çıkma olanakları başladı.     Bu süre zarfında organizasyonumuz belediye ile anlaşarak, yiyecek, içecek ve giyecek almakta zorluk çeken vatandaşlara erzak dağıtma girişiminde bulundu. Gönüllüler olarak iki takıma ayrıldık. Bir grup erzak dağıtım işlerinden sorumluydu, diğer grup da Reşita halkı için maske dikim işlemlerine başlamıştı.

Biraz Daha Normalleşen Hayat:

Zaman geçtikçe Romanya’da hayat eski haline dönmeye başladı. Ancak hala okullar açılmadığı için yapacağımız aktivitelerin hedef kitlesi çocuklar değildi. Bu yüzden Reşita halkı için bir şeyler yapmayı düşünüyorduk ve  sosyal mesafeye uygun bir açık hava sineması etkinliği başlatmaya karar verdik. Eskimiş, kullanılmayan kamyon lastiklerini boyayıp süsleyerek bir festival havası yarattık ve 1 hafta süren Romanya’nın hatrı sayılır filmlerinden sayılan filmleri gösterime sunduk.

Dünyaya Açılan İlk Kapım Polonya!

Herkese merhaba, hayatımın seyrini değiştireli henüz 1 ay oldu. Ben her zaman çok şanslı bir insan olduğumu düşünürdüm ve covid19 a rağmen buraya gelebilmeyi başararak bunu tekrar kanıtladım. Vize başvurumun hemen ardından sokağa çıkma yasakları başladı ve vize başvurumun reddedileceğinden emindik. Fakat 3 ay yasak sonrası pasaportumu aldığımda mutluluktan uçtum çünkü mucizevi bir şekilde vizeyi vermişlerdi. Tabiki bunda en büyük katkı buradaki kurumun ve İYACA derneğine ait. Tabiki vize olsa bile Polonya'ya olan uçuşlar açılmadığı için Almanya üzerinden geldim. Yani gönüllülük sürecin ilk gunden başka bir ülkeye seyahat ile başladı.

Gelmeden önce kafamda bir çok soru işareti vardı çünkü bu ilk yurtdışı deneyimimdi. Ev sahibi kurumum her konuda bana yardımcı oldu. İlk gezimi Gdansk'a yaptım. Muhteşem bir yerdi. Tarihsel olan şeyleri seven bir insan olarak cennete düşmüş gibi hissettim. Eski ve yeniyi ayiran bir nehir vardı. Beni büyüleyen bir şehir oldu. Sonrasında Gdynia ve Sopot'a gittim. Gdansk kadar tarihsel ve kültürel olmasa da çok güzel şehirlerdi. Hemen Polonya deyince akla gelen şeylerden biri olan amber taşı aldım. Gdansk'ta St. Mary Kilisesini gezdim ve orada Gdansk'in en yüksek noktası vardı. Nefes kesici bir manzaraydı. Polonya sokak lezzetlerinden denedim. 

İlk defa bir bayramı ülkem dışında geçirdim. Ama buradaki türk ve Polonyalı arkadaşlarımızla elimizden geldiğince bir bayram havası oluşturduk. Hem onlara kültürümüzü öğretmiş olduk hem de kendi bayramımızı yaşadık. Çiğköfte gibi ülkemize ait yiyeceklerden de yaptık. Burada Türk yemekleri çok seviliyor. 

Buraya gelmeden önce en çok korktuğum şeylerden biri insanlarının soğuk olmasıydı. Fakat hiç korktuğum gibi olmadı. Bana karşı çok sıcakkanlı geldiler. Daha ilk ayım olmasına rağmen birçok arkadaş edindim.

Yaşadığım kasaba olan Starogard'da ise beni en çok etkileyen doğal güzellikleri oldu. Yeşilin her tonunu sahip muhteşem bir kasaba. Küçük bir yer olduğu için otobüs kullanmaya ihtiyaç duymuyorum zaten yürümeyi de çok seviyorum. Burada bir katedral ve kilise var. Onların da inançlarını öğrenmek için bir pazar günü kiliseye ziyarete gittim ve ayine katıldım. Aynı zamanda burası bir çok göle de sahip. İnsanlar rahatça gidip orman yürüyüşleri yapıp sonra gole girebiliyorlar. 

Ev sahibi kurumum ile birlikte bütün gönüllüler kanoya gittik. Çok güzel ve asla unutamayacagim bir deneyim yaşadım. Doğanın kalbinde adeta huzuru bulduk. Bütün bunların yanında burada kurumumun her sene düzenlediği Deyna Cup Junioru gerçekleştirdik. Bizim için hararetli bir hazırlık süreci oldu. Virüs nedeniyle önceki senelere oranla daha az takım gelmesine rağmen herkes için çok güzel bir turnuva oldu. 

Bir de buranın alışık olmadığım mutfak kültürüyle tanıştım. Bizimkine nazaran yemekleri daha tatlı yapıyorlar. Özellikle çorbalarımız çok farklı. Türkiyede her gün yediğimiz birçok şeyi burada bulamadım. Fakat buradaki favorim pierogi. Bizim ülkemizdeki mantıya çok benziyor fakat içini kapusta,et, peynir vb gibi seçeneklerle dolduruyorlar. Tatlı olarak ise daha çok kek ve pasta tarzında yapıyorlar ve onlar da hayli güzel.

Şimdiden ilk gezi planımı Stuttgart için yaptım bile. Dolu dolu geçen ilk ayımdan sonra umarım bir dahaki yazımda anlatacak yeni güzel deneyimler edinebilirim.


 




Wednesday 14 October 2020

My experience abroad


Here we go again, I though, when the bumpy concrete carpet that is Istanbul appeared on my plane's window.

Once again I was about to walk between two worlds, one more familiar and comfortable, the other constantly shape shifting as I tried to grasp it. Will I get it this time, or will it get me first? This chasing game is all I'm in for everytime I hop on a plane leaving for some, let's say, less predictable land.

Most of the times, I lost it for lack of patience or time to understand its rules, but this time over I have more time to stay and “get it”, and patience will hopefully follow suit.

Two months is what I have this time. Two months - maybe more - and a new city, Ankara, that I've only seen from a speeding bus once and that is now waiting to be my stomping grounds for some time.

I know Istanbul quite well now, as I've been there many times, but as much as I love it and it is fascinating I also understand now that it is not Turkey. Or better, it is ALL Turkeys, a place that is pulled in all directions by invisible energies that wants it once european, once eastern, once holy, once dirty.

Ankara instead is the capital, the newer point of balance to this massive and manifold country. I can already feel the difference from what I've known so far, as this is a much “tidier” city; streets are wide and airy, life appears to be more inclined to rush less and sleep early, and the State's institutions make themselves considerably more noticed than elsewhere.

But is this Turkey, I wonder? Or is it a projection of what this country thrives to be? Surely, by the scale of the efforts made to celebrate the country's history one may think that the ambition to greatness is all there; and no better place to notice this than Anıtkabir, the massive mausoleum and resting place to modern Turkey's founder Atatürk.

I visited it on my second day in the city, and in all its majestic monumentality I could not help but seeing echoes of similar places in Europe, where the care to remember our past is paramount. In a place so young and mixed like Turkey, instead, such celebration perhaps feels slightly misplaced.

But I want to get deeper into that as I'm living here, as I'm sure that I am still influenced by my western mentality and I surely don't know enough about this country's history and culture.

Having made all these deep sociolpolitical considerations, I can now finally focus on my favourite part of cultural exchange: food!

The whole world knows that us Italians are the snobbiest when it comes to eating, and as a food-loving Italian I am perfectly aware that I can easily fit that description. But I'll go against my cultural instincts and say that turkish food is just great. Sure, meat is omnipresent and perhaps olives and tea don't make the easiest breakfast to approach when coming from cappuccino and cornetto, but in general it's a total win for me. Meze are the best invention since probably the wheel, ayran should be mandatory everywhere in place of water, and lokum is the best possible way to glue one's teeth together.

So, in conclusion, there's enough for everybody here. Just be ready to set some of your convinctions aside, because there is so much here to take in that you must leave some room inside your brain. And soul.

Tuesday 6 October 2020

My amazing experience abroad

 

Hello guys, my name is Anca and I am from Romania.  In this blog I would like to share with you my experience until now in Turkey, Ankara being a volunteer at Iyaca, until now, for me personally, one of the best  organizations which I had the chance to work with. Maybe some of you will be wondering who I am and why I chose this organization? So, I will start to tell you a few things about me to get to know each other better, and then I will motivate my choices as well as my experience so far here. I am a young psychologist, 25 years old specialized in Forensic Psychology who loves to travel, to meet new people but especially to understand and to explore new traditions, cultures and the way other people from other parts of the world live their lives. I also think that having the chance to study psychology opened my eyes to understand the fact that not all of us live the same, not all of us think the same, but especially not all of us have a chance for a normal life. After all, what does a normal life mean? This answer can be so different from person to person, but for me it means especially that a person's basic needs are fully met (food, living conditions, tomorrow's safety). But every human being on this earth met these needs, so important for survival? Unfortunately, reality is not often the way we see it in movies or the way many of us live it. Outside of our reality there are children and people who don’t have even anything to eat on certain days, not to mention satisfactory living conditions or other factors so important for a healthy life. This is one of the reasons I am here with this program. Iyaca offered me the chance as a volunteer to be close to refugees (from different parts of the world, they came in Turkey, hoping in this way that they will have another chance for life, most of them came from areas like Syria, Iraq, where it is currently extremely difficult to live). Together with the volunteers from the organization, we managed every week to bring a little smile on some adults or children’s faces by preparing food packages and distributing them to those in need. Those moments when I am close to those souls are incredible and offer me an indescribable gratitude, as a human being. Helping, getting involved and knowing that this world needs our help a lot, makes us every day a little more "humans", gives us a real perspective of the life and gives us the opportunity to be with those which are facing unfavorable life situations. 


The organization also gave me the opportunity as a young person to learn about how this whole system funded  by EU works, what are the benefits and how can I get involved to achieve or contribute to such projects, created to improve the quality of life and  the progress of the environment in which we live. Iyaca gave me the opportunity to meet wonderful, open, funny people but also extremely professional and dedicated to their work, and this only makes me feel extremely lucky to have the chance to be part of this team, knowing that every day it gives me the opportunity to help my fellows, to form me as a young woman, but especially as a human. I hope you guys enjoyed my article, and until the next blog I just have a short advice: "Follow your dreams, be kind and be brave enough to be yourself all the time!" 

Exciting Times Abroad

Funny how time flies, right? It has already been two months and my EVS time is aproaching it’s final stages. During this month, I had the chance to focus on myself and on my volunteering responsibilities. Overall, I believe that my EVS experience was a successful project which focused on helping both disadvantaged people and developing the skills of the volunteers through different activities such as writing skills by posting on the organisation’s official blog, speaking skills by participating in a Virtual Exchange local meeting, social skills by finding different ways of communicating with people that could not understand my language, boosting my social tolerance level by understanding and accepting the differences of each person I met.

I took part in various activities from which I discovered the Turkish culture, its history, its language, the hospitality and beauty of this country. I helped people in need, packing and distributing food to them, I learned about their culture and history and I enjoyed their hospitality and the beauty of their country by visiting and staying in different cities (Antalya, Kapadokya).






Almost a month has passed since the last post and as I was writing this down, I was starting to feel not just nostalgic, but melancholic, about how good it felt to live in Turkey for two months. A perfect word for this feelings would be “saudade”, a portuguese word, which they use it to describe something they miss fondly. I wish I had more time to explore this beautiful country and its people, the foods and the unique experiences it has to offer, but as the saying goes “All good things must come to an end”, I was aware of the fact that this day would come. Until next time, I will just say Sonra görüşürüz Türkiye!