Ben Şeyma,
size Macaristan/Kaposvar’da geçen bir aylık sürecimden bahsetmek istiyorum.
Öncelikle beni en cezbeden tarafı bulunduğum şehrin bir ruhu olması Kaposvar
kadar sakin bir şehre Türkiye’de rastladığımı hiç anımsamıyorum. Şehirde gün
çok erken bitiyor, sokaklar boşalıyor, kalabalığa hem gece hem gündüz denk
gelmek epey zor bir durum. Ankara’da (metropol) yaşamış biri olarak buranın
sakinliğine alışmak açık konuşmak gerekirse beni zorladı, sürekli bir yere
yetişme hissiyatı içerisindeydim. Ayrıca Türkiye’de geç saatlere kadar süren iş
yoğunluğumun, yetmeyen zamanların burada yerini erken saatlerde biten ve
kendime ayıracak uzun zaman dilimlerine bırakmış oluşu beni mutlu ediyor.
Özellikle Türkiye’de hep yapmak istediğim gece yürüyüşlerini burada sıklıkla
yapıyorum şehrin gürültüsünü değil de sessizliğini dinliyorum, harika bir
atmosfere sahip! Şimdi hiç mi kötü bir şeyi yok bu Kaposvar’ın diyebilirsiniz o
yüzden biraz da onlardan bahsetmek istiyorum;
Macaristan’ın
tamamını henüz keşfetmediğim için genel bir yorumda bulunmak istemiyorum fakat
bulunduğum şehrin kurallar konusunda katı olduğunu söyleyebilirim. Kırmızı
ışıklar, yaya geçitleri, çalışma saatleri, biletler… Yayalar ve bisikletler
için ayrı yollar ve ayrı ışıklar kullanıyorlar bunun yanı sıra araba gelmiyor
dahi olsa yola atlanmamalı, yaya geçidi kullanılmalı ve ışıklara dikkat
edilmeli çünkü her an ceza yiyebilirsiniz aynı şekilde toplu taşımalara
binerken biletsiz binmeyin onun da cezası var. Özellikle çalıştığım yere
giderken ışıklar nedeniyle erken çıkmam gerekebiliyor ne yazık ki kırmızı ışıkların
süresi biraz uzun, yola bir de ışıklarda bekleme süremi ekliyorum. Çalışma
saatleri ise en garipsediğim durumlardan biri olmalı ki hala kabullenmekte
güçlük yaşıyorum, akşam 6’dan sonra neredeyse bütün dükkanlar kapanıyor. Çalıştığım
yerde ise günler bazen çok yoğun bazen çok sakin geçebiliyor, geldiğim ilk iki
hafta ‘Summer Camp’ etkinliği vardı çocuklarla birlikte oyunlar oynadık onlara
Türkiye’den kültürümüzden bahsettik. Summer Camp bittikten sonra bir de maraton
etkinliğimiz oldu buraya çok uzak mesafede olmayan Nagyatad diye bir şehre
geldik çok güzel bir etkinlik alanı vardı oradaki yarışmacılara destekte
bulunduk en eğlendiğim etkinlik diyebilirim ayrıca bir sürü Macar arkadaş
edindim bu etkinlikte hepsi çok yardımseverdi. Maraton etkinliğinin sonunda ise
on günlük bir iznimiz vardı henüz yeni geldiğim için diğer ülkelere seyahat
etmeden önce Macaristan’ı keşfetmek istedim. İlk durağım elbette Budapeşte
(metropol) oldu; tarihi, mimarisi, doğası gerçekten muazzamdı. Budapeşte’yi
ziyaret etmek için 20 Ağustos Macaristan’ın kuruluş yıldönümünü seçtik güzel
bir zamanlama oldu şehirde bir sürü etkinliğe, kutlamaya şahit olduk ayrıca
Macar kültürünü ve tarihini tanımak için iyi bir fırsattı. Şehri keşfetmeye
çalışırken başımın döndüğünü söyleyebilirim bu asla mecazi anlamda değil
gerçekten her yer çok farklı ve anlamlıydı. Özellikle bazı mimarilerde Türk
izlerini koruduklarını ve birtakım kültürleri de benliklerine telkin
ettiklerini görebilirsiniz. Sanırım Türk olduklarını iddia etmiyorlar, Türkler!
Budapeşte’de Türkçe konuşan birçok Macar görebilirsiniz hatta onlara Türk
olduğunuzu söylerseniz muhtemelen şöyle bir cevap alırsınız; ‘Macarlar ve
Türkler dost.’
İkinci durağım ise 592 metrekarelik yüz ölçümü ile Orta Avrupa’nın en
büyük gölü olan Balaton Gölü oldu. Ege’nin bir kasabasında yazın
dolaşıyormuşsunuz gibi bir havası vardı tabi gecesi pek öyle olmuyor en azından
bu aylarda. Balaton’da gün batımını izlerken mest olabilirsiniz manzara o kadar
hoş ki. Ayrıca gölün yanında festival tadında etkinlikler yapılıyor ‘Keşke
Macarca bilseydim de şarkılara eşlik etseydim.’ diyebiliyorsunuz çünkü oldukça
eğlenceli geçiyor. On günlük tatilim bu şekildeydi yakın zamanda tekrar
seyahate çıkacağım bu sefer ülke değiştireceğim umarım onlarda bu kadar güzel
geçer.
Gelelim beni burada en etkileyen ve hayatım boyunca
unutamayacağım bana çok şey kazandıran olaya. Şu an çalıştığım yerde haftada
iki gün düzenlediğimiz bir etkinlik var ‘Mother Shelter’. Bu etkinlikte Kadın
Sığınma Evi’ndeki çocuklarla birlikte zaman geçiriyor, oyunlar oynuyoruz. Başta
bu durumun beni etkileyebileceğini pek düşünmüyordum kapıdan içeri girmemle
birlikte bütün fikirlerim değişti. Çocukların dilini bilmiyordum ama anlaşmak
hiç zor değildi şimdi bu size çok normal gelebilir fakat ben hayat felsefesi
edindiğim bir düşünceyi yaşadım. Dil, din ve ırk bizi biz yapan bütün
farklılıklar bunlar sadece üzerimize giydirilmiş birer kıyafet oraya gittiğimde
bunların hepsini çıkarıp bir kenara koyduğumu hissettim geride sadece ben ve
insanlığım vardı. Küçük çocuğun peşimden koşuşunu hiçbir zaman unutmayacağım.
Her gülüşünüze bir çiçek çocuklar!
Daha yazılacak çok şey var fakat bu ay bu kadar olsun,
gelecek ay yeniden görüşmek üzere.
Köszönöm Magyarország
No comments:
Post a Comment