Saturday 18 November 2017

DREAMING SOUTH ITALY

Ne güzelsin Ekim!
Sonbaharı en çok hissettiren. Yaprak renklerindeki değişimi, doğanın uyku öncesi halini gördüren...Her yerde her köşede.  Ahmet Kutsi Tecer'in dediği gibi; Bu sabah içimde bir tazelik var, Bu sefer, bu camdan giren gündüz, ben! Sokaktan yükselen şu sen naralar,
Bu camdan bakınan, bu gülen yüz ben! Biraz Ekim duygusallığı, biraz yorgunluğu, bir  kuple şiir ve Pompei'den küçük bir bahçe görüntüsüyle ile herkesi selamlarım. Umarım hepinizin vakit dolu dolu ve heyecanlı geçmiştir. Zira benimki öyle oldu. Eylül ayı içerisinde gerçekleştirdiğimiz 2 gençlik değişiminin yorgunluğunu ve projesi biten arkadaşlarımın gidip ev ahalimin komple değişmesinden dolayı üzerimdeki duygusal yorgunluğu atmak için aya küçük ve hızlı bir italya turu ile başladım. Çok da iyi yapmışım. Türkiye'den gelen iki canımın içi arkadaşımla Roma Tiburtina otobüs garında buluşup Siena-Floransa-Pisa-Venedik-Napoli-Pompei şeklinde bir hızlandırılmış tatil ve özlem gidermece yaşattık kendi kendimize. Bu satırları yazarken de onların gelirken yanlarında benim için teselli olarak getirdikleri  türk kahvesini yudumlayarak yazmaktayım. Nasıl makbule geçti anlatamam. Sert kahve ülkesinde yaşanızda alışkanlıklar kolay kolay değişmiyor azizim. Uyum süreci ve kökten değişim farklı şeyler. Buna sıklıkla gezi sırasında kanaat getirmiş oldum. Sokaklarda gezerken her ne kadar pizzaya gömülsek te kebap dükkanının önünden geçerken kafamı içeri uzatma isteğim beni hiç yanlız bırakmadı. Tura önce Sieana'dan başladık. Küçük sempatik bir yerleşim birimi, gördüğümüz kadarıyla. İtalya'daki şehirlerinin bir çoğunda olduğu gibi ''tarihten oluşmuş'' bir kent. Piazza Del Campo, Sieana Katetrali, Palazza Publico, San Domenico Bazlikası, Santa Catherina ve dahası...sakinlik ve  barok mimari severlere için her şeyiyle insanı bağlayan bir kent Sienada 1 gün vakit geçirip rotayı tren aracılığıyla Floransa'ya sürdük..Floransa sanat konusunda insanın ömürlük açlığını giderecek ve sonraki süreçleri iç çekerek kendini anımsatacak bir şehir. Her yer inanılmaz çekici ve sürükleyici, yemekler, mimari, bitmek tükenmek bilmeyen enerjik bir şehir. gecesi ve gündüzü ayrı çekici ve kesinlikle 10 günde kalsanız gitmek istemeyeceğiniz bir yer.
Vaktimizin kısıtlı olması dolayısıyla 1 gece 2 gündüz kalabildik. Ve hala aklım orada :) 
Ve elbette Toscana sınırları içinde olunca yemekten bahsetmemek haksızlık olur. İtalya'da en çok özediğim ve kıskandığım şey, hala yerel üretimlerin geleneksel olarak devam ediyor olması, çok gerekmedikçe endüstriyel tarım araçlarına başvurulmaması bu sebepten dolayı toprağın tadını koruyor olması. Bu durum yediğiniz en basit sandviçi bile inanılmaz lezzetli ve keyifli bir hale dönüştürebiliyor.

Floransanın ardından Pisa'ya koşturuyoruz efendim. Elbette yamuk kulenin kenarına fotoğraf çekinmeden olmaz ama bana sorarsanız Pisa'da kuleden çok daha fazla ilgi çekecek şeyler bulunabilir. Kathetrale uğranabilir, ikinci el pazarı gezebilir, ara sokaklarda gezerken, kullanılan  alt yapı üzerine esprili muhabbetler yapılabilir (burası azıcık şaka barındırır) veyahut Domus Mazziniana'a giderek, dokunmatik üç boyutlu tarihi eser görselleri (teknik adı hologram sanırım) müzecilik perspektifinizi biraz daha farklılaştırabilirsiniz.Gitmeden önce etraflıca araştırma yapmanızı ve buranın ayrıntılarına dair bir kaç bilgi edinmenizi tavsiye ederim. Bakış açınızı değişitirecektir. 

Bu arada bu fotoğraf çekim fikri bana ait olmayıp, internette ön araştırma yaparken görüp, beğenip, kıskanıp kadrajımı ona göre ayarlamamla ortaya çıkmış bulunmaktadır 😁Pisa'dan sonra durmaksızın devam ediyor ve Floransa aktarmasıyla Venedi'ğe doğru tren-otobüs aktarmasıyla varıyoruz. Venedik'te çok fazla vakit geçirmesek te kentin duygusallığını hissetmek hiç zor değil. Bir ucundan giriş yaptığınızda sonuna kadar sizi alıp sürükleyip götürecek bir sürü kanal geçişi ve tabi ki kayıklar mevcut. 
Biz kayık kullanmaktan ziyade yürüyerek gezmeyi tercih edip kısıtlı zamana rağmen şehrin yapısını biraz daha soluma fırsatı bulduk.
San Marco Bazilikası,Il Redentore, devasa genişlikteki Fenice Tiyatrosu ,Guidecca, Kiliseler ve elbette günün mükafatı olarak Magnum mağasında kendimizi ödüllendirmemiz...

Venedik'ten sonra Napoli'ye gidecektik ve bu yüzden geceyi çok fazla tüketmeden kalacağımız B&B'ye geri döndük. Çünkü ertesi sabah saat 6 daki uçağa yetişmek başka türlü mümkün olmayacaktı. Bu arada B&B demişken ; bundan sonraki bütün gezilerde mutfağını kullandıran, evindeymiş gibi hissettiren B&B'ları tercih edeceğim. Çünkü hem istediğiniz gibi hareket edebiliyorsunuz. Hemde mutfağı kullanmanın lüksüyle , biraz da benim gibi mutfakla uğraşmayı seven biri iseniz inanılmaz keyifli vakit geçirmiş oluyorsunuz. Tüm bunları geçirip dururken havaalanına gitmek için  aldığımız ulaşım tarifinin azizliğine uğruyoruz. Otobüs saatlerinin söylenenden farklı olması dolasıyla bir gün önceden hazır almış bulunduğumuz havaalanı otobüs biletinin yanına yenisini ekleyerek 8 euro karşılığında özel ulaşımı tercih etmek zorunda kalıyoruz.Havaalanında ''zaten geç kaldık kardeşim, acele etsenize biraz, yol ver geçem hemşerim'' sinir bozukluğuyla uçağa erişiyoruz üstelik kapının açılması için ekstra 20 dakika bekleyerek.Şu italyanlar iyi hoş de be kardeşim bize göre biraz daha kanı ağır , rahat bir millet, ya da bizde mi azıcık öyle olsak ne derken Napoli'ye varıyoruz. Diğer enerji sömüren olayı Pizza'nın ana vatanında yaşıyoruz. İnternetten bakınıp, gidene-gelene sorup, adını-adresini aldığımız pizzeria kapalı oluyor. Bu gerçekten bir hayal kırıklığıdır... Ama bununda kazanımını elde etmekten geri duracak değildik elbette. Kapalı olan pizzeria'nın karşısında bulunan klasik küçük sokak arası bir italya tipi  bara gidip caffe latte ve Le Stogliatelle isimli tatlıyı mideye indirdik. İtalya tipi klasik küçük bar'lara gelince. Türkiye'deki bar anlayışından biraz daha farklı. Kahve içip yanında tatlı birşeyler atıştırabileceğiniz akşam ise  düşük alkollü içecekler alabileceğiniz son derece basit bir konsepte sahip. Ancak Bar çeşitleri servis ölçeğine göre bazen iyi bir restorana kafa tutabilecek kalitede olabiliyor. Oradan bir dükkan yandaki pizzeria'ya geçip pizzaları mideye indirip  Pompeii'ye doğru yol alıyoruz. 

Pompeii kesinlikle 1 gün ayrılması gerekilen bir antik şehir. Vezüv yanardağının patlaması sonucu 1700 yıl toprak altında kalmış, dönemin ticaret merkezlerinden biri ve hakkında bir çok farklı bilgiye erişmek mümkün. Napoli'de gezinmeyi tamamlayıp arkadaşlarımı Türkiye'ye geri dönmeleri üzerine Roma'ya yollayıp kendimde Poggiardo'ya geri döndüm. Geri döner dönmezde sevgili dernek başkanı'nın son dakika golü ile karşılaşmak paha biçilemez bir tatil sonrası argamanı oldu.Türkiye'den gelen bir grupla proje toplantısında olmak ve yol yorgunluğunun üzerine ful 2 gün bu proje ve sonraki projeler konusunda kafa patlatmak kahve tüketim oranımı zirveye taşıdı ama güzel oldu. Son değerlendirmenin ardından koşarak eve geldiğimi ve kendimi yüzü koyu yatağa attığımı hatırlıyorum sadece :) Şanslı olduğum nokta ise daha önce engellilerle çalışmış olmam ve grubun proje toplantı içeriğinin engelli bireylerin doğa ile buluşturulması idi. Karşılıklı diyalog halinde deneyimlerimizi ve hali hazırdaki etkinliklerimizi paylaştık olabilecek durumları gözetip multi katılımlı hale nasıl dönüştürebileceğimizi konuştuk. 

Bu toplantı halinin ardından Ekim sessiz geçer mi? Geçmesin. Zaten şurda ne kadar vaktim kaldı ki tecrübe edineceğim. Bir kaç günlük aranın ardından Fransa'da gelen bir grup gençle 12 günlük bir  kültürel kaynaşma programı tamamladık. Bu programda Salento'nun geleneksel hayatı konusunda bilgi verip, yerinde tecrübe etmelerini sağlayan küçük atölyeler düzenleyip akabinde onların kültürleriyle ilgili olarak bize hazırladıkları workshoplar'la doyurucu bir  takvim ortaya çıkarmış bulunduk.
Beni en çok şaşırtan ise gençlerin dominoyu geleneksel oyunları olarak tanıtmaları oldu. Benim bildiğim kadarıyla domino 3-4.y.y.da Çin'den çıkıp ticaret yolları ile bütün dünyaya yayılan ancak en çok Ortadoğu'da ve bizim ülkemizde bazı geleneksel kıraathanelerde devam süren bir oyundu. Önce kurallarda değişiklik vardır diye düşündüm ancak tamamen aynıydı.. Bizim yaptığımız atölyelerde ise tabi ki makarna ve mozeralla yapımı, geleneksel salento sepetinin örülmesi, yakınlardaki bir kaç üretim alanının gezilmesi Lecce tarihi şehir merkezi ve Salento'nun sembolü olan bir kaç kıyı şeridini gezip programı tamamladık.Bu ay da böylelikle bitti , kalan 2 buçuk ayımında dolu dolu geçmesini umarak evime geri dönmeyi istiyorum. Çünkü gerçekten özledim. Demli çay içmeyi, babamla geleneksel tavla  merasimimiz olan tavlayı koltuğumun altına sıkıştırmasını,  hayırsızlığımla suçlayan arkadaşlarımla vakit geçirmeyi, semt pazarında ''3 lira 5 lira al al al yarına bırakma'' diye bağıran kafasında beresi, belinde mavi önlüğü ile pazarcı abinin ağzından çıkan soğuk buharın  havada  dağılışını izlemeyi 
ÖZLEDİM.


No comments:

Post a Comment