Friday, 16 October 2020

Dünyaya Açılan İlk Kapım Polonya!

Herkese merhaba, hayatımın seyrini değiştireli henüz 1 ay oldu. Ben her zaman çok şanslı bir insan olduğumu düşünürdüm ve covid19 a rağmen buraya gelebilmeyi başararak bunu tekrar kanıtladım. Vize başvurumun hemen ardından sokağa çıkma yasakları başladı ve vize başvurumun reddedileceğinden emindik. Fakat 3 ay yasak sonrası pasaportumu aldığımda mutluluktan uçtum çünkü mucizevi bir şekilde vizeyi vermişlerdi. Tabiki bunda en büyük katkı buradaki kurumun ve İYACA derneğine ait. Tabiki vize olsa bile Polonya'ya olan uçuşlar açılmadığı için Almanya üzerinden geldim. Yani gönüllülük sürecin ilk gunden başka bir ülkeye seyahat ile başladı.

Gelmeden önce kafamda bir çok soru işareti vardı çünkü bu ilk yurtdışı deneyimimdi. Ev sahibi kurumum her konuda bana yardımcı oldu. İlk gezimi Gdansk'a yaptım. Muhteşem bir yerdi. Tarihsel olan şeyleri seven bir insan olarak cennete düşmüş gibi hissettim. Eski ve yeniyi ayiran bir nehir vardı. Beni büyüleyen bir şehir oldu. Sonrasında Gdynia ve Sopot'a gittim. Gdansk kadar tarihsel ve kültürel olmasa da çok güzel şehirlerdi. Hemen Polonya deyince akla gelen şeylerden biri olan amber taşı aldım. Gdansk'ta St. Mary Kilisesini gezdim ve orada Gdansk'in en yüksek noktası vardı. Nefes kesici bir manzaraydı. Polonya sokak lezzetlerinden denedim. 

İlk defa bir bayramı ülkem dışında geçirdim. Ama buradaki türk ve Polonyalı arkadaşlarımızla elimizden geldiğince bir bayram havası oluşturduk. Hem onlara kültürümüzü öğretmiş olduk hem de kendi bayramımızı yaşadık. Çiğköfte gibi ülkemize ait yiyeceklerden de yaptık. Burada Türk yemekleri çok seviliyor. 

Buraya gelmeden önce en çok korktuğum şeylerden biri insanlarının soğuk olmasıydı. Fakat hiç korktuğum gibi olmadı. Bana karşı çok sıcakkanlı geldiler. Daha ilk ayım olmasına rağmen birçok arkadaş edindim.

Yaşadığım kasaba olan Starogard'da ise beni en çok etkileyen doğal güzellikleri oldu. Yeşilin her tonunu sahip muhteşem bir kasaba. Küçük bir yer olduğu için otobüs kullanmaya ihtiyaç duymuyorum zaten yürümeyi de çok seviyorum. Burada bir katedral ve kilise var. Onların da inançlarını öğrenmek için bir pazar günü kiliseye ziyarete gittim ve ayine katıldım. Aynı zamanda burası bir çok göle de sahip. İnsanlar rahatça gidip orman yürüyüşleri yapıp sonra gole girebiliyorlar. 

Ev sahibi kurumum ile birlikte bütün gönüllüler kanoya gittik. Çok güzel ve asla unutamayacagim bir deneyim yaşadım. Doğanın kalbinde adeta huzuru bulduk. Bütün bunların yanında burada kurumumun her sene düzenlediği Deyna Cup Junioru gerçekleştirdik. Bizim için hararetli bir hazırlık süreci oldu. Virüs nedeniyle önceki senelere oranla daha az takım gelmesine rağmen herkes için çok güzel bir turnuva oldu. 

Bir de buranın alışık olmadığım mutfak kültürüyle tanıştım. Bizimkine nazaran yemekleri daha tatlı yapıyorlar. Özellikle çorbalarımız çok farklı. Türkiyede her gün yediğimiz birçok şeyi burada bulamadım. Fakat buradaki favorim pierogi. Bizim ülkemizdeki mantıya çok benziyor fakat içini kapusta,et, peynir vb gibi seçeneklerle dolduruyorlar. Tatlı olarak ise daha çok kek ve pasta tarzında yapıyorlar ve onlar da hayli güzel.

Şimdiden ilk gezi planımı Stuttgart için yaptım bile. Dolu dolu geçen ilk ayımdan sonra umarım bir dahaki yazımda anlatacak yeni güzel deneyimler edinebilirim.


 




No comments:

Post a Comment