Yani benim Ankara'da, Bağlıca'dan Kızılay'a gitmemin minimum 2 saat sürdüğünü düşünürsek, Amsterdam'a oldukça yakın. Çalıştığım yer ise Amstelveen'in merkezinde, p60 adında bir bar-konser salonu. Kaldığım evden bisikletle benim için 15, diğer insanlar için 5 dakika uzaklıkta. Çünkü her ne kadar artık bisikletle bir yere gitmem gerektiğinde anksiyete krizleri geçirmesem de, hala yavaşım. p60 çoğunlukla gönüllüler tarafından yürütülen bir yer, kontratlı çalışanı çok az. İnsanlar burayı o kadar seviyorlar ki, kendi işlerinin yanında gelip burada gönüllü olarak barda, sahne arkasında, vestiyerde, kafede çalışıyorlar. E herkes şeker gibi, çalışma ortamı çok rahat bir de üstüne dükkanı kapattıktan sonra hep beraber yiyip içip eğlenmek bedava niye sevmesinler ki? Biz Avrupa Gönüllü Hizmeti ile gelenler olarak biraz daha ayrıcalıklıyız sanırım. Hem evimiz var hem para alıyoruz. Benim yaptığım işler ise günden güne değişiklik gösteriyor. Konser olduğu zaman sahne arkasından sorumluyum, onun dışında iki kez vestiyerde çalıştım, haftada bir gün de ofis günüm var.
Gönüllülük üzerine yürüyen bir sistemleri olduğu ve 10 yılı aşkın süredir EVS gönüllülerini misafir ettikleri için herkes bu konuda çok tecrübeli ve yardımcı. Bu güne kadar 2 metal müzik konseri ve bir dans gecesi oldu, ama tüm müzik türlerinde konserler gerçekleşiyor. Sadece bir haftadır çalıştığım ve yeni şeylere alışmam biraz zaman aldığı için söyleyeceklerim bu kadar:) Gelelim Cumartesi günü gittiğim caz festivaline...Festivalin adı "Jazz In Het Dorp", yine Amstelveen'de, evden bisikletle 10 dakika uzaklıkta yer alıyordu. Benim zamanım kısıtlı olduğundan sadece 2 performans izleyebildim, size genel olarak atmosferden ve izlediğim performanslardan bahsetmek istiyorum. İlk olarak festival alanı küçük bir cadde, buraya çıkan sokaklar ve caddenin iki başındaki küçük meydancıklardan oluşuyordu.
Meydanlarda büyük sahneler, sokak aralarındaysa küçük sahneler kurulmuştu. Bunun yanı sıra cadde ve sokaklar boyunca şarap ve yemek stantları, kafe, bar ve restoranlar vardı. Festivale katılan kitle genelde orta yaş ve üstü insanlardan oluşuyordu. Ailelerin bir çoğu çocuklarıyla gelmişti. Bazen durup sadece çocukları izledim; o kadar mutlu, özgüvenli ve özgürler ki...Anne babaları konseri izlerken onlar sahnenin önünde dans ediyor, hatta bazen sahneye çıkıyorlar ve kimse bundan rahatsız olmuyor. Lokal bir etkinlik olduğu için muhtemelen kalabalığın çoğunluğunu o civarda oturan insanlar oluşturuyordu. Benim izlediğim performanslar Sherry Dyanne ve Naftule grubu oldu. Sherry Dyanne mükemmel bir sese sahip Hollandalı caz sanatçısı. Kocaman karnı ve muhteşem mavi elbisesiyle söylediği şarkıları dinlerken birçok duyguyu bir arada yaşıyorsunuz. Benim kendisinden bu festivale kadar haberim yoktu fakat bundan sonra sıkı takipçisiyim. Sanırım yayınlanmış tek albümü bulunuyor adı da: Sing Me a Song. Spotify'da bulabilirsiniz.İkincisi ise tam benim kalemim olan Naftule. Grup 5 kişiden oluşan çok uluslu bir grup. Klarnetçisi İspanyol, saksafoncusu İtalyan. Caz, klezmer, latin ve kabare tarzı müzik yapıyorlar.
eyyy Hüsnü Şenlendirici gel de klarnet
nasıl çalınırmış gör dedim yani. Gittiğim iki festivalde de Balkan ezgileri
mutlaka vardı, zaten klarnet sesini duyunca bana bir şeyler oluyor, bir mutlu
oluyorum nedense. İki sahneye yaptığım kısa ziyaretlerden sonra yağmur
başlayınca ve zaten gitmem gereken başka bir yer olduğu için festival alanından
ayrıldım. Ulaşımı bisikletle sağladığımı ve festivale girişin ücretsiz olduğunu
düşünürsek cebimden hiç para çıkmadan çok güzel bir akşamüstü geçirdim. Yağmurdan
fırsat buldukça EVS boyunca bu tür lokal etkinliklere katılmaya devam etmek
istiyorum. Çünkü hem insanları en iyi gözlemleyebildiğiniz hem de en rahat
şekilde eğlenebileceğiniz etkinlikler genelde bunlar oluyor ya da ben yaşlandım
bilemiyorum.
No comments:
Post a Comment