Evet,
sonunda beklenen oldu ve Hollanda'ya geldim. EVS maceram 2 Eylül 2017 günü
gecikmeli olarak başladı. Neden mi gecikmeli olarak, çünkü; iyi kızlar cennete
kötü kızlar her yere benim gibiler de olaysız hiçbir yere gidemezler. Sonunda
karlı çıktığım bu gecikme olayını kısaca anlatıp Hollanda ayağına geçiyorum: 1 Eylül Cuma gününe biletim alınmıştı, önce
Ankara'dan İstanbul'a oradan da Amsterdam'a uçacaktım (evet uçacaktım, Cem
Yılmaz beni affet). Ankara'dan ailemle ağlaşıp vedalaşıp İstanbul'da benimle
gelecek diğer gönüllü arkadaşımla buluştum (Mert). O bavullarını verirken
"Uçakta bir overbooked (!) durumu var, kabul ederseniz size 400 euro
tazminat verip otel konaklamanızı karşılayarak yarınki uçağa
bindirelim." Demişler, o da benim haberim yok, daha İstanbul'a bile
inmedim diye kabul etmemiş. Bana sordu, dedim biz gidelim vakitlice, kalsın.
Tam uçağa bineceğimiz sırada yanımıza bir görevli yaklaştı, "Bakın emin
misiniz, 4 gönüllüye ihtiyacım var, en güzel otelde kalacaksınız, söz
veriyorum." gibi bir takım vaatlerle bizi ikna etti. Sonra gelip
"gerek kalmadı uçağa binebilirsiniz" dedi, sonra tekrar gelip
"ay yanlışlık oldu sistem çökmüş binemezsiniz" dedi, derkeen biz
kendimizi ancak gece yarısı otelde bulduk. Biletimiz sabah 7'deydi ve havaalanı
görevlisi bizi 4'te otelden alacaktı. Yani 5 yıldızlı otelde konaklayamadık,
sadece konduk.
1.Gün
Sonuç olarak geç ve güç olsa da Pazar sabah 10 buçuk sularında Amsterdam'a inmiştik. Diğer bir gönüllü ve ev arkadaşımız olan Gio bizi havaalanında karşıladı ve evimize geldik. Kısa bir kahvaltının ardından Amsterdam'ın merkezine doğru yola çıktık. Merkez istasyondan ücretsiz kalkan feribotlarla karşı tarafa, yani "Kuzen Amsterdam (Noord Amsterdam)"a geçtik. Burası eskiden tamamen sanayi odaklı bir yerken, bu gün bir turist cenneti haline gelen merkez Amsterdam'a tepki olarak doğmuş diyebiliriz. Çeşitli kültür, sanat ve spor etkinliklerinin yürütüldüğü bu bölgede en güzel kafe ve barlar yer almaktaymış efendim. Biz o gün için çok ayrıntılı gezemedik ama gittiğimiz Magma Music Festival'e ev sahipliği yapan Noorderlicht Cafe söylenenleri doğrular nitelikteydi. Burada 2 grubu dinledikten sonra (Balcony Players/Gipsy Balkan Beat ve The Bucket Boys/Bluegrass Punk) 3 saatlik uykuyla gezmeye daha fazla dayanamadık ve eve geri döndük. Nitekim daha akşam çalışacağımız yere uğrayacak ve insanlarla tanışıp bir şeyler içecektik.
Eve gelip bir şeyler yedikten sonra çıkmaya karar verdik. Amsterdam'a giderken metro kullanmıştım ama bu sefer bisiklet sürmeye mecburdum. Çok ayrıntıya girmek istemiyorum, kendimi geliştiriyorum diyelim. Ama gecenin sonunda eve yine metroyla döndüm. Bir EVS gönüllüsü olarak her gün toplu taşımaya para harcama lüksüm yok, bu yüzden bu bisiklet meselesini kış iyice bastırmadan kapmam lazım. Uykusuzluk ve üzerine gelen yoğun program yüzünden ilk günümüz bana adeta 3 gün gibi geldi ama günün sonunda bu yorgunluk sayesinde fazla düşünmeye ve ilk günün garipliğini yaşamaya vakit kalmadan sızdım, bu da iyi yönü.
Sonuç olarak geç ve güç olsa da Pazar sabah 10 buçuk sularında Amsterdam'a inmiştik. Diğer bir gönüllü ve ev arkadaşımız olan Gio bizi havaalanında karşıladı ve evimize geldik. Kısa bir kahvaltının ardından Amsterdam'ın merkezine doğru yola çıktık. Merkez istasyondan ücretsiz kalkan feribotlarla karşı tarafa, yani "Kuzen Amsterdam (Noord Amsterdam)"a geçtik. Burası eskiden tamamen sanayi odaklı bir yerken, bu gün bir turist cenneti haline gelen merkez Amsterdam'a tepki olarak doğmuş diyebiliriz. Çeşitli kültür, sanat ve spor etkinliklerinin yürütüldüğü bu bölgede en güzel kafe ve barlar yer almaktaymış efendim. Biz o gün için çok ayrıntılı gezemedik ama gittiğimiz Magma Music Festival'e ev sahipliği yapan Noorderlicht Cafe söylenenleri doğrular nitelikteydi. Burada 2 grubu dinledikten sonra (Balcony Players/Gipsy Balkan Beat ve The Bucket Boys/Bluegrass Punk) 3 saatlik uykuyla gezmeye daha fazla dayanamadık ve eve geri döndük. Nitekim daha akşam çalışacağımız yere uğrayacak ve insanlarla tanışıp bir şeyler içecektik.
Eve gelip bir şeyler yedikten sonra çıkmaya karar verdik. Amsterdam'a giderken metro kullanmıştım ama bu sefer bisiklet sürmeye mecburdum. Çok ayrıntıya girmek istemiyorum, kendimi geliştiriyorum diyelim. Ama gecenin sonunda eve yine metroyla döndüm. Bir EVS gönüllüsü olarak her gün toplu taşımaya para harcama lüksüm yok, bu yüzden bu bisiklet meselesini kış iyice bastırmadan kapmam lazım. Uykusuzluk ve üzerine gelen yoğun program yüzünden ilk günümüz bana adeta 3 gün gibi geldi ama günün sonunda bu yorgunluk sayesinde fazla düşünmeye ve ilk günün garipliğini yaşamaya vakit kalmadan sızdım, bu da iyi yönü.
2.Gün
Buradaki herkes Amsterdam'ın merkezini turist işgaline uğramış yüzeysel bir yer olarak görse de ben de kendimi ilk bir hafta turist ilan ettim ve klişe Amsterdam fotoğraflarının çekildiği her yeri görmeye namusum ve şerefim üzerine and içtim. Bu yüzden de 2. gün akşam üstü Mert'le birlikte yine atladık metroya ve Amsterdam'a gittik. Dam Meydanı'nı da gördük, Red Light District'e de gittik (pazar geç saat olduğu için kapalıydı ama olsun yerini öğrendim.), kanal manzaralarını da gördük, külahta patates bile yedik. Müzelerin hiçbirine girmedik çünkü bir müzenin bilet parasıyla ben 2 hafta karnımı doyururum. Onun yerine kendime Primark'tan cillop gibi bir kışlık mont aldım. Yani EVS macerasının 2. günü Amsterdam sokaklarında avare avare dolaşmakla geçti, güzeldi. Primark'tan çok uygun fiyatlara neredeyse bütün eksiklerimi aldım, seni seviyorum Primark gel bir aile olalım, Türkiye'ye açılalım.
3.Gün
Bir günü turist olarak geçirdikten
sonra sıra evimizin yakınındaki yerleri keşfetmeye geldi. Hem de ben Salı günü
işe bisikletle gitmek zorunda olduğum için biraz pratiğe ihtiyacım vardı. Diğer
ev arkadaşımız Adri bize
yakınlarda çok büyük ve güzel bir ormanın olduğunu söyledi. Bisikletlere binip
tarif ettiği yere doğru yola çıktık. Yolda giderken anladım ki Amstelveen'in
diğer yerlere göre daha zengin ve elit bir muhit olduğu gerçekten doğru.
Kırmızı ışıkları saymazsak başarılı bir bisiklet yolculuğunun ardından ormana
vardık. Ormanın başladığı yerde kendimi şirinler köyünde zannettim. Bir
Ankaralı olarak hayatımda daha önce bu kadar yeşili hiç bir arada görmemiştim
sanırım. Saatlerce dolaşmamıza rağmen görülmesi gereken yerlerin onda birini
filan ancak görebilmişizdir galiba. En güzeli devamlı fotoğraflarını çeken
teyzenin bize tanıttığı inek ailesiydi, inek de değil de işte bunlar bufalo
mudur artık angus mudur bilemeyeceğim. Aşırı huzurlu ve etkileyici orman gezintimizden
sonra gelirken gözümüze kestirdiğimiz barda birer bira içip yemek yedik. Çünkü
ilk hafta turistiz ya, ondan. Sonra yok böyle şeyler full tasarruf, full
seyahat fonuna katkı.
İşte
Hollanda'daki EVS sürecimin ilk üç günü aşağı yukarı bu şekildeydi. Çok güzel
bir evimiz, küçük bir bahçemiz ve bir kedimiz var; adı Hanky. Ev arkadaşlarım
Mert, Gio ve Adri. Gio Gürcistan'dan, Adri de İspanya'dan gelmiş. Evde ben
hariç herkes grafik tasarım, görsel sanatlar, çekim, kurgu işleriyle uğraşıyor.
Yarın iş yerinde ilk günüm olacak, bütün yeni başlayan gönüllüler ilk önce
bütün bölümlerde çalışıyorlarmış. Daha sonra benim görevim sahne arkası ve
horeca denilen yeme-içme kısmında olacak. Sahne arkası için baya heyecanlıyım,
dünya starları gelmese de farklı müzikler yapan bir sürü grup sahne alıyor
P60'da ve görünüşe göre ben hepsiyle tanışacağım :) Umarım her şey bu 3 günde
olduğu gibi güzel devam eder
No comments:
Post a Comment