Sonbaharı en çok hissettiren. Yaprak renklerindeki değişimi, doğanın uyku
öncesi halini gördüren...Her yerde her köşede. Ahmet Kutsi Tecer'in
dediği gibi; Bu sabah içimde bir tazelik var, Bu sefer, bu camdan giren gündüz, ben! Sokaktan yükselen şu sen naralar,
Bu camdan bakınan, bu gülen yüz ben! Biraz Ekim
duygusallığı, biraz yorgunluğu, bir kuple şiir ve Pompei'den küçük bir
bahçe görüntüsüyle ile herkesi selamlarım. Umarım hepinizin vakit dolu dolu ve
heyecanlı geçmiştir. Zira benimki öyle oldu. Eylül ayı içerisinde
gerçekleştirdiğimiz 2 gençlik değişiminin yorgunluğunu ve projesi biten
arkadaşlarımın gidip ev ahalimin komple değişmesinden dolayı üzerimdeki
duygusal yorgunluğu atmak için aya küçük ve hızlı bir italya turu ile başladım.
Çok da iyi yapmışım. Türkiye'den gelen iki canımın içi arkadaşımla Roma
Tiburtina otobüs garında buluşup Siena-Floransa-Pisa-Venedik-Napoli-Pompei
şeklinde bir hızlandırılmış tatil ve özlem gidermece yaşattık kendi kendimize.
Bu satırları yazarken de onların gelirken yanlarında benim için teselli olarak
getirdikleri türk kahvesini yudumlayarak yazmaktayım. Nasıl makbule geçti
anlatamam. Sert kahve ülkesinde yaşanızda alışkanlıklar kolay kolay değişmiyor
azizim. Uyum süreci ve kökten değişim farklı şeyler. Buna sıklıkla gezi
sırasında kanaat getirmiş oldum. Sokaklarda gezerken her ne kadar pizzaya
gömülsek te kebap dükkanının önünden geçerken kafamı içeri uzatma isteğim beni
hiç yanlız bırakmadı. Tura önce Sieana'dan başladık. Küçük sempatik bir
yerleşim birimi, gördüğümüz kadarıyla. İtalya'daki şehirlerinin bir çoğunda
olduğu gibi ''tarihten oluşmuş'' bir kent. Piazza Del Campo, Sieana Katetrali,
Palazza Publico, San Domenico Bazlikası, Santa Catherina ve dahası...sakinlik
ve barok mimari severlere için her şeyiyle insanı bağlayan bir kent Sienada 1
gün vakit geçirip rotayı tren aracılığıyla Floransa'ya sürdük..Floransa sanat
konusunda insanın ömürlük açlığını giderecek ve sonraki süreçleri iç çekerek
kendini anımsatacak bir şehir. Her yer inanılmaz çekici ve sürükleyici,
yemekler, mimari, bitmek tükenmek bilmeyen enerjik bir şehir. gecesi ve gündüzü
ayrı çekici ve kesinlikle 10 günde kalsanız gitmek istemeyeceğiniz bir yer.
Vaktimizin kısıtlı olması dolayısıyla 1 gece 2 gündüz kalabildik. Ve hala aklım
orada :) Ve elbette
Toscana sınırları içinde olunca yemekten bahsetmemek haksızlık olur. İtalya'da
en çok özediğim ve kıskandığım şey, hala yerel üretimlerin geleneksel olarak
devam ediyor olması, çok gerekmedikçe endüstriyel tarım araçlarına
başvurulmaması bu sebepten dolayı toprağın tadını koruyor olması. Bu durum
yediğiniz en basit sandviçi bile inanılmaz lezzetli ve keyifli bir hale
dönüştürebiliyor.
Floransanın
ardından Pisa'ya koşturuyoruz efendim. Elbette yamuk kulenin kenarına fotoğraf
çekinmeden olmaz ama bana sorarsanız Pisa'da kuleden çok daha fazla ilgi
çekecek şeyler bulunabilir. Kathetrale uğranabilir, ikinci el pazarı gezebilir,
ara sokaklarda gezerken, kullanılan alt yapı üzerine esprili muhabbetler
yapılabilir (burası azıcık şaka barındırır) veyahut Domus Mazziniana'a giderek,
dokunmatik üç boyutlu tarihi eser görselleri (teknik adı hologram sanırım)
müzecilik perspektifinizi biraz daha farklılaştırabilirsiniz.Gitmeden önce
etraflıca araştırma yapmanızı ve buranın ayrıntılarına dair bir kaç bilgi
edinmenizi tavsiye ederim. Bakış açınızı değişitirecektir.
Bu arada bu
fotoğraf çekim fikri bana ait olmayıp, internette ön araştırma yaparken görüp,
beğenip, kıskanıp kadrajımı ona göre ayarlamamla ortaya çıkmış bulunmaktadır 😁Pisa'dan
sonra durmaksızın devam ediyor ve Floransa aktarmasıyla Venedi'ğe doğru tren-otobüs
aktarmasıyla varıyoruz. Venedik'te çok fazla vakit geçirmesek te kentin
duygusallığını hissetmek hiç zor değil. Bir ucundan giriş yaptığınızda sonuna
kadar sizi alıp sürükleyip götürecek bir sürü kanal geçişi ve tabi ki kayıklar
mevcut.
Biz kayık
kullanmaktan ziyade yürüyerek gezmeyi tercih edip kısıtlı zamana rağmen şehrin
yapısını biraz daha soluma fırsatı bulduk.
San Marco
Bazilikası,Il Redentore, devasa genişlikteki Fenice Tiyatrosu ,Guidecca,
Kiliseler ve elbette günün mükafatı olarak Magnum mağasında kendimizi
ödüllendirmemiz...
Venedik'ten
sonra Napoli'ye gidecektik ve bu yüzden geceyi çok fazla tüketmeden kalacağımız
B&B'ye geri döndük. Çünkü ertesi sabah saat 6 daki uçağa yetişmek başka
türlü mümkün olmayacaktı. Bu arada B&B demişken ; bundan sonraki bütün
gezilerde mutfağını kullandıran, evindeymiş gibi hissettiren B&B'ları
tercih edeceğim. Çünkü hem istediğiniz gibi hareket edebiliyorsunuz. Hemde mutfağı
kullanmanın lüksüyle , biraz da benim gibi mutfakla uğraşmayı seven biri iseniz
inanılmaz keyifli vakit geçirmiş oluyorsunuz. Tüm bunları geçirip dururken
havaalanına gitmek için aldığımız ulaşım tarifinin azizliğine uğruyoruz.
Otobüs saatlerinin söylenenden farklı olması dolasıyla bir gün önceden hazır
almış bulunduğumuz havaalanı otobüs biletinin yanına yenisini ekleyerek 8 euro
karşılığında özel ulaşımı tercih etmek zorunda kalıyoruz.Havaalanında ''zaten
geç kaldık kardeşim, acele etsenize biraz, yol ver geçem hemşerim'' sinir
bozukluğuyla uçağa erişiyoruz üstelik kapının açılması için ekstra 20 dakika
bekleyerek.Şu italyanlar iyi hoş de be kardeşim bize göre biraz daha kanı ağır
, rahat bir millet, ya da bizde mi azıcık öyle olsak ne derken Napoli'ye varıyoruz.
Diğer enerji sömüren olayı Pizza'nın ana vatanında yaşıyoruz. İnternetten
bakınıp, gidene-gelene sorup, adını-adresini aldığımız pizzeria kapalı oluyor.
Bu gerçekten bir hayal kırıklığıdır... Ama bununda kazanımını elde etmekten
geri duracak değildik elbette. Kapalı olan pizzeria'nın karşısında bulunan
klasik küçük sokak arası bir italya tipi bara gidip caffe latte ve Le
Stogliatelle isimli tatlıyı mideye indirdik. İtalya tipi klasik küçük bar'lara
gelince. Türkiye'deki bar anlayışından biraz daha farklı. Kahve içip yanında
tatlı birşeyler atıştırabileceğiniz akşam ise düşük alkollü içecekler
alabileceğiniz son derece basit bir konsepte sahip. Ancak Bar çeşitleri servis
ölçeğine göre bazen iyi bir restorana kafa tutabilecek kalitede olabiliyor.
Oradan bir dükkan yandaki pizzeria'ya geçip pizzaları mideye indirip
Pompeii'ye doğru yol alıyoruz.
Pompeii
kesinlikle 1 gün ayrılması gerekilen bir antik şehir. Vezüv yanardağının
patlaması sonucu 1700 yıl toprak altında kalmış, dönemin ticaret merkezlerinden
biri ve hakkında bir çok farklı bilgiye erişmek mümkün. Napoli'de gezinmeyi tamamlayıp arkadaşlarımı
Türkiye'ye geri dönmeleri üzerine Roma'ya yollayıp kendimde Poggiardo'ya geri
döndüm. Geri döner dönmezde sevgili dernek başkanı'nın son dakika golü ile
karşılaşmak paha biçilemez bir tatil sonrası argamanı oldu.Türkiye'den gelen
bir grupla proje toplantısında olmak ve yol yorgunluğunun üzerine ful 2 gün bu
proje ve sonraki projeler konusunda kafa patlatmak kahve tüketim oranımı
zirveye taşıdı ama güzel oldu. Son değerlendirmenin ardından koşarak eve
geldiğimi ve kendimi yüzü koyu yatağa attığımı hatırlıyorum sadece :) Şanslı
olduğum nokta ise daha önce engellilerle çalışmış olmam ve grubun proje
toplantı içeriğinin engelli bireylerin doğa ile buluşturulması idi. Karşılıklı
diyalog halinde deneyimlerimizi ve hali hazırdaki etkinliklerimizi paylaştık olabilecek
durumları gözetip multi katılımlı hale nasıl dönüştürebileceğimizi
konuştuk.
Bu toplantı
halinin ardından Ekim sessiz geçer mi? Geçmesin. Zaten şurda ne kadar vaktim
kaldı ki tecrübe edineceğim. Bir kaç günlük aranın ardından Fransa'da gelen bir
grup gençle 12 günlük bir kültürel kaynaşma programı tamamladık. Bu programda
Salento'nun geleneksel hayatı konusunda bilgi verip, yerinde tecrübe etmelerini
sağlayan küçük atölyeler düzenleyip akabinde onların kültürleriyle ilgili
olarak bize hazırladıkları workshoplar'la doyurucu bir takvim ortaya
çıkarmış bulunduk.
Beni en çok şaşırtan ise gençlerin dominoyu geleneksel
oyunları olarak tanıtmaları oldu. Benim bildiğim kadarıyla domino 3-4.y.y.da
Çin'den çıkıp ticaret yolları ile bütün dünyaya yayılan ancak en çok
Ortadoğu'da ve bizim ülkemizde bazı geleneksel kıraathanelerde devam süren bir
oyundu. Önce kurallarda değişiklik vardır diye düşündüm ancak tamamen aynıydı..
Bizim yaptığımız atölyelerde ise tabi ki makarna ve mozeralla yapımı,
geleneksel salento sepetinin örülmesi, yakınlardaki bir kaç üretim alanının
gezilmesi Lecce tarihi şehir merkezi ve Salento'nun sembolü olan bir kaç kıyı
şeridini gezip programı tamamladık.Bu ay da böylelikle bitti , kalan 2 buçuk
ayımında dolu dolu geçmesini umarak evime geri dönmeyi istiyorum. Çünkü
gerçekten özledim. Demli çay içmeyi, babamla geleneksel tavla merasimimiz
olan tavlayı koltuğumun altına sıkıştırmasını, hayırsızlığımla suçlayan
arkadaşlarımla vakit geçirmeyi, semt pazarında ''3 lira 5 lira al al al yarına
bırakma'' diye bağıran kafasında beresi, belinde mavi önlüğü ile pazarcı abinin
ağzından çıkan soğuk buharın havada dağılışını izlemeyi