Bir macera daha burada bitiyor. Bu öyle bir macera ki içinde olduğum her an
ders çıkardığım, sürekli yeni şeyler öğrendiğim, daha farklı insan tanıyıp
tolere etme gücümün arttığı, basmakalıp önyargılardan uzaklaştığım, devamlı
kendimi daha ilerisi için zorladığım, konfor alanımın dışına çıkıp yeni bir
çember oluşturduğum, yabancı dilde sağlıklı bir iletişim kurup espriler
yaptığım, sorumluluk duygumu artırdığım, organizasyon yapma konusunda
deneyimlendiğim, sadece bu dünyada kazananın değil kaybedenin de gözünden
bakmayı öğrendiğim, acısıyla tatlısıyla, mutluluğu ve hüznüyle, kazancı ve
kayıplarıyla kısacası her şeyiyle hayatı tecrübe edenleri uzunca gözlemlediğim,
dinlediğim, bazen tavsiye verdiğim bazen de tavsiye aldığım, 1 ayı dolu dolu
geçirdiğim bir maceraydı.
Bu sadece bir gönüllülük hikayesi değil. Bir hayat hikayesi. Ama sadece benim değil. Burada tanıdığım insanların hayatlarında aldığım bir tecrübe yığını. Kümülatif bir bilgi aslında. Hayata mülteci diye tanımladımız, aslına bizim hukukumuzda sığınmacı olarak bilinen çok arkadaşım oldu burada. Bazıları hayatın yükünü hala sırtında taşıyıp umutusuzluk içinde bazıları ise motive olmuş bir şekilde yeni bir sayfa açmışlar. Sorunları belki aynı değil ama aynı feleğin çemberinden geçmiş insanlar onlar. Ve işte o zaman bir daha fark ettim. Hayatın ne kadar değerli olduğunu, zorluklarına rağmen onu değerli ve güzel kılanın biz olduğumuzu anladım. Şimdi bu bir EVS yapan bir kişinin blogu ve siz değerli okuyanlar neden gezi yazısı yerine böyle bir yazı okuduğunuzu sorgulayabilirsiniz. Ancak EVS de bir geziden ibaret program değildir zannımca. Ben EVS’e bir öğrenme süreci olarak bakıyorum. Ne nasıl yapılır? Sorunlar nedir ve nasıl çözülür? Sağlıklı öğrenme nasıl gerçekleşir? Nasıl verimli vakit kullanılır? Nasıl sınırlı imkanlarla daha çok eğlenilir? İnsanlara nasıl yardım edilir? Sonuç olarak buraya sorular ekleyerek blogumu bitirebilirdim ama sizlerinde canını sıkmak istemem.
Bu arada başlığım neden bu kadar yalın onu da belirtmek isterim. Ben
İsveç’e gelirken hayalimde karlar altında bir düşler ülkesi vardı. Sonuçta
burası İskandinavya ve karların olması gibi doğal bir durumun gerçekleşmemesi
mümkün değildi. Ama gerçekten mümkün olmadığı zamanlar da oluyormuş J Kar daha yeni yağdı sayılır. Ve hayatımda
gördüğüm en temiz, en güzel kar. Geceleri elmas gibi parlıyor ışığın altında.
Hava mis gibi. Sakin bir kasabada yaşıyoruz ve o sakinliği ve yalınlığı da ben
başlığıma taşımak istedim. Burası insanın kendi iç sesini dinleyip kendine
zaman ayırdığı bir yer. Hep başkasını dinlemekten ağrıyan kafanıza ilaç gibi
gelen bir başka dünya sanki. EVS aktivitelerinden arta kalan zamanlarımda bolca
kendime vakit ayırdım. Bir ksabada pek bir şey yapamazsınız ama ben bunu en iyi
şekilde değerlendirdim. Geceleri yürüyüşe çıktım, bisiklet sürdüm, kebap pizza
ve kebab dürüm bile yedim J Türkiye’de o
dükkanı ben açmazsam siz okuyanlardan birisi açsın çünkü o lezzeti geri dönünce
de bulmak istiyorum J
İngilizce Kafe, toplantılar, İsveççe kursu, spor aktivitesi, kadın grubu ve
projeler derken gözümü açıp kapatana kadar geçti vaktim. Çoğunlukla hedef
kitlemiz mültecilerdi. Dolayısıyla çok farklı şey öğrendim. Aynı zamanla dil
korkusunun ne kadar gereksiz olduğunu da. Bir Afgan teyze vardı burada. Çok
cana yakın birisi kendisi. Ve ingilizce konuşamıyordu, İsveççeyi yeni yeni
konuşuyor ve çoğunlukta da kendi ana dilinde. Ve biz onunla uzunca oturup
birbirimizi anlamaya çalışarak konuştuk. Sonunda kafamdaki tabulardan birisi
daha kırılmıştı.
Şimdi fika’ya gelelim. İsveç’in meşhur çay/kahve saatleri. İngiliz çay
saatlerine taş çıkartacak cinsten J Her türlü kurabiye, kek ve meyveyi içeren insanların kaynaştığı bir vakit
ve ben bu vakitleri de özleyeceğim J Şimdi özleyeceklerimden bir liste yapayım. Öncelikle buranın sakinliğini,
doğasını, kışını, arkadaşlarımı J Sonra akşamın bir vakti arkadaşlara damat halayını öğretirken eğlendiğimiz
akşamı, soğuktan buz gibi donup içeri girdiğimde yüzüme çarpan o sıcaklık
hissini (Ankara’da da oluyor da burada kaç kat giyinirsek giyelim hava baya
soğuk olunca daha bir etkiliyor insanı), beraber sohbet edip kahkaha attığım
insanları, yemek yapma çabalarımı, gittiğim at çiftliğini, sonrasında
penguenler gibi yürüyüşümüzü görüp gülmelerimi J Gülümsemesini gördüğüm o güzel çocukları ve bana
ev sıcaklığını hissettiren canım ev sahibi kuruluşumu J Buradaki gönüllüleri tabiki de J Daha özleyeceğim çok şey de var da onlarda bana
kalsın değil mi J
Kıssadan hisse bir maceraya yön veren sizsiniz. Ben yeterince tadını
çıkardım. Öğrendim, keşfettim, sevdim, denedim... Burası kendimi sınadığım bir
macera oldu. Her şey için teşekkür ediyorum. Gönderici kuruluşumuz iyaca’ya,
bize yardımını esirgemeyen Serdar Dobur’a ve sevdiklerime devamlı bana destek
ve sevgilerini esirgemedikleri için. Kendinize inanın ve bir maceraya atılın.
Esenlikle kalınız.
No comments:
Post a Comment