Thursday 5 March 2020

Pamfil Şeicau’dan Entantaneler


Bizi metal bir kutuya koydular. Basınç artışı, basıncın dengelenmesi, ani bir basınç düşmesi; tekrar Romanya’dayım: “Merhaba lan Bükreş!”. Romanya’da ikinci seferim, yani az biraz tecrübeliyim. Klasik havaalanı rutinini gerçekleştirildikten sonra Adrian aranıyor, havaalanındaki kahve dükkanında buluşmak üzere anlaşıyoruz. Adrian beklenilecek. Daha sonra bol bol gerçekleştireceğimiz bu aktiviteyi bir kadeh şarapla taçlandırıyorum: “Tekrar Merhaba Romanyacığım.”
Adamımız yanımıza ulaştığında bir kadeh şarabın dibinin görülmesinden yaklaşık 25 dakika uzaklaşmışız. El sıkışıyoruz bu sonuna kadar Rumen adamla. Adrian’la daha çok kez el sıkışacağız. Zira her Pazartesiyi Bükreş’teki ofiste, devrisi 3 günü planlayarak geçirmeliyiz. Rumen dostumuzun arabasına binmek üzere otoparka doğru ilerliyoruz. Henri Coanda çok küçük bir havaalanı, gerçi Romanya’da genel olarak bir küçük havaalanı sorunu var. 2 sene önce Oradea’da indiğimiz otogar kılıklı o yerin havaalanı olduğuna inanmam epey zor olmuştu. Ben Oradea anılarımın bulanık suyunda daha fazla derinlere inmeden Adrian’ın arabasına biniyoruz.
Romanya’nın birçok yerine gitmiş biri olarak söyleyebilirim ki Bükreş bambaşka bir şehir. 20 milyon nüfuslu memleketim Romanya, Bükreş dışında başka bir metropole sahip değil. Cluj, Timişoara gibi ikinci üçüncü büyük şehirler bile 2 milyonluk bu devasa kentin yanında kasaba gibi kalıyorlar. Şehir, Bükreş’in renklerini keşfetmeye ant içmiş beni daha derinlere kazmam için teşvik edecek bir komünist grisine sahip. Bükreş’te grinin her tonuyla karşılaşabilirsiniz; eflatun-gri, sarı-gri yavruağzı-gri…
Yurttayız, birkaç evrak işimiz var. Bu arada Mihai ile tanışmışız. Adrian’ın sağ kolu Mihai 30’lu yaşlarda iyi İngilizce konuşan, bize şirinlikler yapacak kadar Türkçe bilen bir adam. Formaliteleri başarıyla tamamlayıp odamıza yerleşiyoruz Ofise gidiliyor, ofisten geri dönülüyor ve ilk görevimizi alıyoruz. Şehirdeki tarihi noktalardan altısına gidilecek ve fotoğraf çekilecek. Ayrıca bugün güzel bir haber de alıyoruz. Pazartesi’ye kadar derse girmeyeceğiz.
Bükreş’te ikinci haftamız, birbirimize çoktan alışmışız, hatta bu alışma olayını biraz fazla abartıp, kırk yıllık dost oyununa dönüştürmüş vaziyetteyiz. Küçük grubumuz içindeki bu ayran ilişki, üzerinde düşünmek istediğim meselelerden biri değil. Zamanımızın önemli bir kısmını işgal eden, bizi yoran, yıpratan, enerjimizi sömüren güzel insanlardan bahsetmek istiyorum. Tam olarak sayısını ölçmemiş olmakla beraber onlarca genç kız ve delikanlıyla vakit geçirdik ya da onların vaktini harcadık. Her birinin kendine özgü bir hikayesi ve her birinin derinlerde gizledikleri hiç tahmin edemeyeceğiniz hayalleri var. 14-17 yaşları arasındaki kalabalığa şöyle bir bakıyorum; bazıları tutkularını gerçekleştirmek için sonuna kadar savaşacak yenilecek belki tekrar deneyecek, kimisi denemeden pes etmeyi seçecek, kimisi de içinde bulunduğu karanlıkta yol gösterilmeyi beklerken kaybolup gidecek. Şöyle bir istatistik var; Türkiye'de 25 yaşından büyük nüfusun sadece %14'ü hayal kuruyor. Romanya için bu oran nedir acaba? Tarlabaşı’ndaki ve Nişantaşı'ndaki çocuklar hayallerini aynı yaşta mı kaybeder?  Peki hayallerimiz nereye gidiyorlar? Bilmiyorum. Tek bildiğim şey bu çocuklar zihnimi fazlasıyla yoruyorlar.
Neredeyse birinci ayı doldurmuşuz. Artık geri dönüş gününü saymaya başladım. Böyle yapınca zaman daha hızlı geçmiyor. Burada geçirdiğim vakit de daha keyifli hale gelmiyor. Kendi kendimi eğlendirmek için bulduğum bu oyunu Conde Noble kürüyle destekliyorum.
Artık öğrencilerle iletişim kurmak eskisine göre daha kolay; onlar bizi tanıyor biz onları... Dün sabah ilk defa öğrencilere bir konuda seçim yapma şansı verdik. Bu gerçekleştirmek zorunda olduğumuz eylem çok güzel sonuçlar doğurdu. Daha önce bir bağ kuramadığımız Irina ve Marcus gibi asi öğrencilerle etkileşime geçmeyi başarabildik. Hem de sadece kendi planladığımız oyunu oynamayıp onların oynamak istediği oyuna bir şans vererek. Burada bir kez daha anladım ki eğitimde kısıtlamalara hiçbir şekilde yer olmamalı. Hem öğrenciler hem de öğretmenler yeterli hareket esnekliğine sahip olduklarını hissetmeliler.
Bir müfredatı takip ederken bu kaideyi gerçekleştirmenin zor olduğunu anlayabiliyorum. Fakat yine de üzerine düşünülmeye değer bir fikir, değil mi?  Eğitimle ilgili alınan bütün kararlarda öğrenciye fikrinin sorulması… Kulağa hala bir ütopya gibi geliyor.
Zaman oyunu mu işe yaradı yoksa haddinden fazla mı Conde Noble içtim bilmiyorum ama son bir ay ışık hızında geçti. Ben ve Türkiye’den gelen arkadaşlarım için geleceğin genişliğine doğru yol almanın vakti geldi. Burada hayatlarına dokunduğum bütün güzel dostların günün birinde güzel haberlerini almak dileğiyle ömrümün Ciorogârla durağından uzaklaşıyorum. Bükreş günleri bir avuç duman olarak geçmişin içinde kayboluyor.









No comments:

Post a Comment