Thursday 20 October 2016

Sı Lubov Ot Bulgariya! - Bulgaristan'dan sevgilerle!

Sı Lubov Ot Bulgariya! Bulgaristan'dan sevgilerle!
Varış
Projenin başlangıcından iki gün önce, yani cumartesi günü, bütün hazırlıklarımı tamamladıktan sonra bindiğim uçak İstanbul'a gitmek için havalandığında benim de Avrupa Gönüllü Hizmeti maceram başlamıştı. Sonraki gün, ben ve (Sliven'de gönüllülük yapan ekibimizin bir üyesi olan) Selda'yı Sliven'e götürecek olan otobüsün yarım saat erkene alındığını ani bir şekilde öğrenmem ile Esenler Otogarı'na en çabuk şekilde ulaşmaya çalıştım. Otobüse yetişmeyi başarmış olsam da yanımda nakit para olup olmadığına bakmadan, dikkatsizce çıkmış olmanın cezasını sınır kapısında ödedim. Eğer Selda yanımda olmamış olsaydı ne mola verdiğimiz yerlerde ne de sınır kapısında bir ATM bulabildiğimden yurt dışına çıkış harcını ödeyemeceğim için sınırı geçemeyebilirdim, bu nedenle Selda'ya minnettarım.
Türkiye'den çıkış yapmamızın ardından Bulgaristan'a girmeye çalışırken bir başka sorunla daha karşılaştık: projenin başlangıç tarihi 20 Haziran, yani pazartesi günü, olduğu için Selda'nın vizesini düz bir mantıkla 20 Haziran'da başlayacak şekilde veren kurumun düşüncesizliği yüzünden ve tarihin 20 Haziran olmasına henüz birkaç saat olduğu için otobüsten inip gece yarısına kadar sınırda beklemek zorunda kaldık. Otobüsün şoförü Kadir ağabey bizim Sliven'e güvenli bir şekilde varabilmemiz için bize başka bir otobüs ve taksi ayarladı. Otobüsteki yolculardan Sliven'de yaşayan Züleyha da yardıma ihtiyacımız olduğunda aramamız için bize telefon numarasını verdi. İki saatlik bir bekleyişin ardından gelen ilk otobüse bindik. Yorgunluktan otobüse biner binmez uyuyakalmışım, gözlerimi açtığımda ineceğimiz yere varmıştık ve bizi orada bir taksi bekliyordu. Kadir ağabeyi arayıp onun yardımıyla taksiciye derdimizi anlattıktan sonra yarım saatlik bir yolculuğun ardından Sliven'e vardık. (Buradan Kadir ağabeye, Züleyha'ya ve bindiğimiz ikinci otobüsün isimlerini bilmediğim çalışanlarına sayısız teşekkürler :) ) Vardığımızda gönüllülük yaptığımız derneğin yöneticisi olan Stefan bizi bekliyordu. Stefan bizi kalacağımız eve götürdü, Stefan'ın biz gelmeden önce, oldukça düşünceli bir şekilde, bizim için yiyecek bir şeyler hazırlamış olduğunu görmek bizi çok mutlu etti. Sonraki gün sabah 11'de buluşmak için sözleştikten sonra Stefan evden ayrıldı. Sınırdan bu yana karşılaştığımız nezaketi ve bende yarattığı mahcubiyeti düşünürken yorgunluğun etkisiyle fazla zaman geçmeden uykuya daldım.
Başlıyoruz!
Ertesi gün danışmanımız Georgi ile Stefan bizi ofise götürdüler. Derneğin bir başka çalışanı olan Veselin ile tanıştıktan sonra Georgi bize şehri gezdirdi, şehre ve ülkeye dair bilgiler verdi. Haftanın geri kalanında 12 Ağustos(Uluslararası Gençlik Günü)'ta neler yapabileceğimizi konuştuk. Şehirdeki iktisat lisesinde öğretmenlik de yapan danışmanımızın birkaç öğrencisi ofise geldi ve onlarla tanıştık. Büşra ve Ercan'ın henüz vizelerini alamamış olmaları sebebiyle ilk hafta bu yazdıklarım haricinde çok fazla bir şey yapamadık. İkinci haftanın başlamasının, Büşra ile Ercan'ın da Sliven'e varmasının ardından takımımız son halini aldı ve yoğunluğumuz kısmen arttı. Georgi ve Stefan, Sliven'e varışımızı kutlamak için bizi canlı müzik eşliğinde yemek yiyebileceğimiz güzel bir restorana götürdü. Devam eden haftalarda Georgi bize sunum yapma eğitimi verdi, bizi şehirdeki dağda yürüyüş yapmaya, teleferiğe binmeye ve kahve içmeye götürdü. Biz de bu süre zarfında onlara Türk kültürünü tanıtmaya çalıştık. Georgi'yi evimize lokum ve pişmaniye eşliğinde Türk kahvesi içmeye davet ettik. Ercan'ın doğum gününü, hazırladığımız Türk yemekleriyle kutladık(fazlasıyla beğendiler ;) ) ve fırsat buldukça onlara çeşitli Türkçe kelimeler öğrettik(tabii ki biz de onlardan Bulgarca kelimeler öğrendik). Bu kültür alışverişi sırasında bana en çok keyif veren şey Bulgar kültürüyle pek çok ortak noktamızın("çorap, torba, çuval, kayısı, kıyma, haydi" ve daha birçok ortak kelime, birçok ortak yemek...) olduğunu görmekti. Aradaki bir sınırı geçince çok fazla şeyin değiştiğini; ama bir yandan da çok fazla şeyin aynı kaldığına tanıklık etmek varışımızdan bu yana beni en çok etkileyen şeylerden birisi.
Peki, Bulgaristan nasıl bir yer?

Yılın sekiz ayını İstanbul gibi bir şehirde geçirmek zorunda kaldığımdan ve uzun süredir ülkece bir karmaşanın içinde olduğumuzdan Sliven'e ayak bastığım andan itibaren çok daha sakin ve huzurlu bir hayatla karşılaşmak bana büyük bir rahatlık ve mutluluk verdi. (Bunda Bulgarca bilmediğim için haber okuyamamamın ve Bulgaristan'ın gündeminden uzak kalmamın da payı olabilir) Kimileri bu çok daha az yoğunluğu rahatsız edici bulabilir; fakat ben buraya geldiğimden beri fazlasıyla keyifliyim. Kira, elektrik, su gibi masraflarla boğuşmak zorunda olmadığımız için yaşam masraflarına dair bir şey söyleyemesem de Türkiye'ye kıyasla ucuz bir ülke. Ülkedeki çoğu şey Türkiye'dekilere kıyasla eski. Komünist dönemden kalma çirkin yapılara her şehirde sıkça rastlamak mümkün. Ülke içi otobüs seferlerini yapan otobüslerin çoğu da pek yeni sayılmaz, ülkenin içindeki yollar da (Sofya - Varna ve Sofya - Burgas arasındaki otoyollar hariç) Türkiye'deki yollar kadar geniş ve yeni değil. Otobüsle ulaşım, bahsettiğim koşullar ve benzinin fiyatının Türkiye'ye göre daha ucuz olduğu düşünüldüğünde pahalı kalıyor. Taksiler ise Türkiye'ye nazaran fazlasıyla ucuz. Hatta pazarlık yaparak aynı yolu taksimetre açılacağı takdirdeki fiyatın beşte birine gitmek mümkün. (Eğer uzun bir mesafe için taksiye binecekseniz her zaman pazarlık yapın; çünkü taksi şoförü Bulgarca bilmediğinizi anladığında muhtemelen çok daha farklı bir fiyat söyleyecektir)

Bulgaristan'da karşılaştığım ve fazlaca imrendiğim iki şey trafikte yayaların öncelikli oluşu (yani sürücülerin her zaman yayaların karşıya geçmesi için durması ve yayalar karşıya geçene kadar beklemesi) ve kadınların günün her saatinde şehrin herhangi bir sokağında özgürce, diledikleri kıyafetle, rahatsız edilmeden dolaşabilmeleri. Kadınlar hayatın her yerindeler, Türkiye'de erkeklere özgü görülen çoğu mesleği Bulgaristan'da kadınlar da icra ediyor. Toplumsal alanda kadının konumunu Bulgaristan'daki seviyeye getirebilmek için sanırım daha çok çalışmamız gerekiyor. Ülkenin çok sevdiğim bir diğer özelliği ise ücretsiz internete kolayca ulaşabilme imkanının mevcudiyeti. Belediyeler, mobil operatörler ülkenin pek çok yerinde halkın kullanması için ücretsiz kablosuz internet hizmeti veriyor. Ülke; coğrafi olarak Türkiye'den çok uzak olmadığı, uzunca bir süre Osmanlı hakimiyetinde yaşadığı ve halen hatırı sayılır bir miktarda Türk nüfus bulundurduğu için alıştığımız tatları burada bulmak kolay. Bulgaristan, iki ülkenin kültürleri arasındaki pek çok ortak nokta dolayısıyla ve Türkçe konuşabilen birilerine zorlukla karşılaşılmadan ulaşılabildiği için ilk defa yurt dışına çıkacak bir Türk için bence uygun bir ülke.

Dikkatimi Çekenler
Bulgaristan'da insanlar, alışkın olduğumuz ve dünyada yaygın olan şeklinin aksine, bir şeyi onayladıklarını başlarını sağa sola sallayarak, bir şeyi reddettiklerini de başlarını öne arkaya sallayarak ifade ediyorlar. O nedenle insanlarla konuşurken vücut dilini dikkatli kullanmak gerekebilir. :) Ülkedeki pek çok duvarın üstünde birbirine benzeyen, üzerlerinde insanların resimlerinin olduğu afişler ülkeye ilk defa gelen bana "kim yahu bu insanlar, neden her tarafta bu afişlerden var?" sorusunu sordurmuştu. "Nekrolog" denilen bu afişler vefat eden kişilerin aileleri tarafından müteveffaların hatırasını yaşatmak amacıyla, ölümlerinin üzerinden bir hafta, bir ay, kırk gün, üç ay, bir yıl vs. gibi süreler geçtikten sonra çeşitli duvarlara asılıyor. İnternette bulduğum bütün kaynaklarda bir Bulgar geleneği olduğu söylense de nekrologlara Arnavutluk'ta da rastladığım için Ortodoksluk ile ilişkili bir gelenek de olabileceğini düşünüyorum; fakat emin değilim. Burada neredeyse yapılan her alışverişin ardından fiş kesiliyor, Türkiye'de fiş almayacağımızı düşündüğümüz çoğu işletmenin buradaki benzerlerinden fiş almak mümkün. Bütün ticari işletmelerin, derneklerin, devlet binalarının; kısaca herhangi bir işin yapıldığı bütün mekanların kapılarında çalışma saatleri ve tatil günleri yazılı. Bakkalların, büfelerin, hatta otogarların bile çalışma saatleri var.
Boş zamanlarımda yaptıklarım
Hafta içi çalıştığımız zamandan arta kalan vaktimi çoğunlukla şehirde yürüyüş yaparak geçiriyorum. Şehir küçük olduğu için yapılabilecekler kısıtlı gibi görünse de aslında arayanlar için kolaylıkla bulunabilecek seçenekler mevcut. Bulgarların ekseriyeti ilk tanışmada pek sıcak kanlı insanlar değiller ne yazık ki; fakat zaman içerisinde kendi içlerine girildiğinde fazlaca eğlenilmeme ihtimali çok düşük. Zira Bulgarlar eğlenmeyi, dans etmeyi pek seviyorlar. Hafta sonları ise başka şehirlere gidiyorum. Bulgaristan; Veliko Tarnovo, Filibe ve Burgas gibi güzel şehirlere sahip bir ülke, hala bozulmamış doğasıyla da seyahat etmenin pek keyifli olduğunu düşündüğüm bir yer. Yeterli vakte sahip olduğum zamanlarda da komşu ülkeleri ziyaret etmeye çalışıyorum. Şimdiye kadar Üsküp'e ve Tiran'a gidebildim, yakın zamanda da Bükreş'e ve Belgrad'a gitmeyi tasarlıyorum.
Son
Özetle, Avrupa Gönüllü Hizmeti; başlangıcından bu yana keyif aldığım, neredeyse her gün yeni bir şey keşfettiğim, kendi adıma harika bir deneyim. Muhtemelen bu yaz tatilini daha iyi bir şekilde değerlendiremezdim. Bana bu deneyimi yaşatan IYACA'ya sayısız teşekkürler! İki hafta sonra düzenleyeceğimiz "Uluslararası Gençlik Günü" etkinliğinin ardından, etkinliğe dair ayrıntıları da içerecek yazımda görüşmek dileğiyle!

No comments:

Post a Comment