Merhaba,
ben Büşra.
Size beni buraya, Litvanya’ya, bu gönüllülük sürecine getiren yoldan ve şimdiye
dek yaşadığım deneyimlerden bahsetmek istiyorum.
Eğer
yolunuz bu sayfaya düştüyse, içinizde bir şeyler kıpırdanmaya başlamış
olabilir. Bende bu kıpırdanışın adı uzun zamandır merak. Başka
olasılıklara, farklı ihtimallere, başka bir “ben”e, şimdiye kadar hiç
deneyimlemediğim hallere, tanımadığım bir sokakta yürümeye, hiç koklamadığım
bir çiçeği görmeye, daha önce tatmadığım bir yemeği yemeye duyulan bir merak…
Sofie’nin
Dünyası kitabında çokça alıntılanan bir bölüm vardır. Yazar, evreni bembeyaz
bir tavşan olarak hayal eder; biz insanlarıysa tavşanın tüylerinin arasında
yaşayan, kımıl kımıl küçük varlıklar olarak… Filozoflar ise o tüylerin en
ucuna, büyük sihirbazın gözlerinin içine bakabilmek için tırmananlardır. Belki
burada filozof olmak gibi bir iddiamız yok ama merakımız ve cesaretimiz
bizimle. Ve belki de bu yolculuk tam olarak bu güdünün, bu kıpırdanışın bir
sonucu.
Benim
içinse süreç şöyle gelişti:
Merak benim için yaşamsal bir şey. Eğer bir yerde merakım ve heyecanım
körelmişse, bu bana bir tür “içsel donukluk”, hatta küçük bir ölüm gibi
geliyor. Ve böyle anlarda ruhumun yeniden harekete geçmesi için “kalp masajına”
ihtiyaç duyuyorum. İşte AGH, benim için tam da böyle bir yerde devreye girdi.
Ben bir
sosyal hizmet uzmanıyım. Beş yıllık profesyonel deneyimim boyunca çok kıymetli
işler yapma şansı yakaladım. Ama geçtiğimiz bir yıl, birçok açıdan zorluydu.
Kendimi o sözünü ettiğim “heyecansızlık hali” içinde buldum. Ve bu hisle
birlikte alternatif rotalara bakmaya başladım. AGH, 30’a iki kala, geç bir “gap
year” için karşıma çıkan en anlamlı fırsatlardan biri oldu.
Amacım
biraz durmak, biraz dinlenmekti. Hızlı akıp giden hayatın içinde yavaşlamaya,
sakinleşmeye ve kaybolmaya yüz tutan merakımı yeniden bulmaya ihtiyacım vardı. Bu
kararı alırken elbette her şey belirsizdi; elimde sadece iyi dilekler ve
umutlar vardı. Ama bugün, buraya gelişimin üstünden bir buçuk ay geçmişken,
gönül rahatlığıyla “çok doğru bir karar vermişim” diyebiliyorum.
Şu anda
Litvanya’nın başkenti Vilnius’tayım. İyisiyle kötüsüyle geçen bir buçuk ayın
ardından şunu net olarak söyleyebilirim: Burası yavaşlamak, doğaya doymak, bol
bol yürümek, şehrin içindeki ormanlarda kaybolmak ve göllerin huzurunu içinize
çekmek için mükemmel bir yer. Ama eğer çok üşüyorsanız, “güneşsiz yapamam”
diyorsanız, bir kez daha düşünmekte fayda var. Yine de buraya geldiğinizde bu
sakinlik ve doğallık, size iyi gelmek için elinden geleni yapacaktır. Bundan
neredeyse eminim.
Genel
koşullar dışında, gönüllülük süreci benim için görece kolay ilerliyor. Çünkü
yoğun bir iş temposundan çıktım ve bu geçiş benim için bir tür nefes alma alanı
oldu. Ama burası sizin öğrencilik sonrası ilk çalışma deneyiminiz olacaksa,
başlangıçta biraz zorlayıcı olabilir. Elbette çalıştığınız kurumun yapısı,
ekip, hizmet verilen hedef grup gibi faktörler tüm deneyiminizi etkiler.
Ben şu
an özel bir gündüz bakım evinde, anaokulu düzeyinde çocuklarla çalışıyorum. Türkiye’de
de çocuklar ve gençlerle çalıştığım için bazı şeyler bana oldukça tanıdık. Ancak
bu, özel gereksinimli çocuklarla ilk çalışmam. Dolayısıyla bu yönüyle yeni,
keşif dolu ve zaman zaman zorlayıcı bir deneyim. Yine de tanıdık olan alanların
sağladığı konfor bu zorlukları dengeleyebiliyor.
Tanıdık
olan en kıymetli şey ise oyun. Oyun evrensel bir dil. Birbirimizi
kelimelerle anlamasak bile birlikte oyun kurabiliyor, birlikte kahkahalar
atabiliyoruz. Bu bana büyük bir keyif veriyor. Oyunun bir kez daha ne kadar
güçlü bir iletişim biçimi olduğunu bu süreçte derinden hissettim.
Bu ay
böyle geçti…
Her ay bu sürecin bir parçasını yazmayı planlıyorum. O yüzden bu yazı bir
başlangıç.
Devamında daha fazla hikâye, gözlem ve içsel dönüşüm olacak.
Şimdilik hoşça kalın.
Merakınızın izini sürmekten, yeni olasılıklara açık olmaktan vazgeçmeyin. Kim
bilir… Belki bir gün bir ormanda siz de kendi tavşan tüylerinize tutunur,
yukarıya tırmanmaya başlarsınız.