Thursday 4 February 2016

EVS'e Kısacık Bir Ara, PORTEKİZ

Eylül’ün 27'sinden beri istediğim tek şey 20 Aralık'ın gelmesiydi. Ve o gün geldi. I’m going to Turkey gençler :) Portekiz’e geleli 3 ay olmuştu. Ailemi, arkadaşlarımı, İzmir Kordon'daki o muhteşem deniz kokusunu ilk defa bu kadar çok özlediğimi hissettim. Az önce Eylül’ün 27'si dedim. Bunun sebebi ise uçak biletlerimizi o gün almış olmamızdı. Biletler alındıktan sonra daha bir heyecan bastı beni. Off nasıl geçer bu zaman diye düşünüp dururken hooop 20 Aralık oldu bile.

 Şanslıydık, çünkü biz gitmeden 2 hafta önce Balıkesir’den bir grup geldi. Onların dönüş tarihleri ve saatleri de bizimkiyle aynıydı. 20’si sabahı onlarla birlikte Porto Havaalanı’na gittik. Ama o sabah olana kadar ne çektim bir ben bilirim. Saatin geçmesini bekliyorum , sanki geçmiyor. ‘’Ulan Pelin şafak 90 sayıyordun, şimdi bikaç saat mi geçmeyecek’’ diye teselli ediyorum kendimi bir yandan da :) Size o içimdeki heyecanı nasıl anlatsam, nasıl tarif etsem bilmiyorum. 
Bu heyecanı anlatacak kelime bulamıyorum. Portekiz’i, Barcelos’u, çalıştığım derneği, dernekteki çalışanları ve diğer gönüllüleri cidden çok sevdim. Ama ne olursa olsun insanın ülkesi bir başka. Bu gerçeği hiçbir şey değiştiremez. Uçağa adım attım. Tamam kızım dedim kendime, artık gidiyosun. Yaklaşık 4 buçuk saatlik bir yolculuktan sonra İstanbul Atatürk Havaalanı’na vardık. İstanbuldayız. Allahım ülkemin kokusu bile bir farklıydı. İşte o an dünyanın en mutlu insanı bendim. 1 saat arayla da İzmir uçağım vardı. O da 45 dakika sürdü ve ben sonunda İzmir’deydim.
 Annem, babam, kardeşlerim hepsi dışardaydı. O kapı açılacak ve onları karşımda görecektim. O anı başka hiçbir şeye değişmezdim. Valizimi aldım ve tam da söylediğim gibi kapı açılır açılmaz hepsi karşımdaydı, tabi yanlarında minik bir sürpriz daha. Minnak kuzenim Mehmet Akif’i de getirmişlerdi ve beni görür görmez direkt koşup boynuma sarıldı. Tabi ben orada Allah ne verdiyse ağlamaya başladım. Öyle çok özlemiştim, öyle çok beklemiştim ki o anı. Sonunda kavuştum.
Bir süre onlarla birlikte olacaktım. Tabi bu arada tatilimizin olabilmesi için dernek sorumlumuz Nuno'dan izin almak zorundaydık. Noel tatili sebebiyle tatil hakkımız vardı ve kendisinden tatilimizi Türkiye'de geçirip geçiremeyeceğimizi sorunca; ‘’Tabi ki de gidebilirsiniz Türk Lokumlarım, ama gelirken hediyemi unutmayın! :D’’ dedi. Nuno Türkleri gerçekten çok seviyor. Bize de hep ‘’our Turkish Delights’’ der. Biz de elimizden gelenin fazlasını yaparak buradaki gönüllülük hizmetimizi ve ona karşı olan sorumluluğumuzu da yerine getirmeye çalışıyoruz. 
Hiç bitmesini istemediğim o tatil başlamıştı benim için. İlk gün dışarı çıktım. Aslında kendi kafamda bi karşılaştırma, kıyaslama yapmak istedim, ki zaten ben bunu istemesem bile orada bana tuhaf ve farklı gelen şeyleri, kendi ülkemdekilerle direkt bir karşılaştırma yoluna gittim. En basitinden trafik. Adamlar yaya geçidi, şeridi yapmışlar tıpkı bizde de olduğu gibi. Ama oradan gerçekten sadece YAYALAR geçiyor. Yani demek istediğim şu; tabi ki arabalar da geçiyor ama öncelik yayaların. Oradan bir yaya geçerken arabanın içindeki şoför kalkıp da daat daaat!! kornaya basmıyor. İzmir’de yolda yürürken yaya şeridi gördüm ve kendimce bir deneme yapmak istedim. Acaba araba duracak mıydı? Geçmek için adım attım fakat o araba durmadı! Yanımdaki arkadaşım kolumdan tutup ‘’Sen burayı Portekiz mi sandın?’’ demesiyle o an Portekiz’de olmadığımı bir kez daha anladım. Diğer ülkelerde de bu durum böyleyken acaba bizde niye böyle değil? Gerçekten birbirlerine olan saygılarına hayran kaldım. 
En önemlisi de ne biliyor musunuz? Kimse kimsenin ne yaptığıyla, kimle gezdiği ile, ne yeyip ne içtiğiyle, ne giydiğiyle ilgilenmiyor. Mesela bizim ülkemizde kadınlar ucu açık topuklu ayakkabının içine asla çorap giymezler. Giyseler bile ten renginde, kendini çok belli etmeyen bir çoraptır o. Diğer türlü farklı bir şekilde renkli bir çorap giyen olsa giyimine bakıp direkt eleştiriye tutarlar o kişiyi. ‘‘Ayyy göz zevkimi bozdu, o ayakkabının içine o giyilir mi, bu insanlar giyinmeyi bilmiyor’’ şeklinde yorumlar yaparlar. Üstelik sadece kadınlar değil, erkeklerden de böyle yorumlar yapanlara rastladım. Halbuki burada gördüm, o ucu açık topuklu ayakkabının içerisinde ayakkabının rengine uyumlu bir çorap o kadar hoş duruyormuş ki, biz giyinmeyi bilmiyormuşuz asıl. 
EVS’in ‘’Avrupalılık bilincini edinme’’ amacı bu noktada devreye giriyor galiba. Yani kendimce bu maddeyle bağdaştırdım. Burada bu tarz şeylere alışacağımız aşikar. Asıl sorun Türkiye’ye döndükten sonra oradaki ortama ayak uydurabilmek olacak sanırım. Ama görevimiz toplumsal uyumu güçlendirmek. Bunun için buradayız ve uğraşıyoruz. Zaman su gibi akıp geçiyor. Bu kısacık tatili yetiremedim kendime. Ne kendime, ne aileme, ne de arkadaşlarıma. Ama eninde sonunda geri dönmem gerekiyordu Portekiz’e. Daha yapmam gereken çok iş var, özellikle kendime katmam gereken/ler. Zaman geçmiyor diye yakınırken 4 ayı devirmişim. Tabi geriye dönüp baktığında anlıyor insan. Şimdi kalan 7 ayımı en verimli şekilde geçirme zamanı… 

No comments:

Post a Comment