Tuesday 29 September 2015

Ola Portugal !! Ola EVS !!

12 saatlik yolculuğun son bulduğu o muhteşem ana geldik. Evet sondan başladım biraz 
ama bizim Türklerin adetidir en son söyleyeceğini en başta söylemek :)
 Aileni, sevdiğini,arkadaşlarını bırakıp gelmişsin. Burada nasıl bir ortamda ve ne tür insanlarla karşılaşacağını bilmiyorsun. Korku, heyecan, maceranın aynı anda yaşandığı bir durum bu. HELLO EVS! :)

10:40'ta İstanbul Sabiha Gökçen'de başlayan yolculuğun ilk partı 13:40'ta Amsterdam'da son buldu. Dil bilmiyoruz etmiyoruz, ne işimiz vardı oralarda değil mi? Hayır işte, öyle değil.Vücut diliyle yani bizim deyimimizle Tarzanca diliyle bi şekilde anlaştık biz. Sağolsun İstanbul'dan aynı uçakla geldiğimiz Türk gardaşlarımız da yardımcı oldular bize. Aynı günün akşamı 19:10'da Amsterdam'dan Porto'ya uçağımız var.

 En büyük korkum, ''acaba orada bizi karşılayacaklar mı?'' Ve en önemlisi ''karşılayacak olanlar yabancı, biz onlarla nasıl anlaşıcaz?'' Porto'ya indikten sonra sürü psikolojisine uyup, çoğunluğun gittiği yoldan giderek valizlerimizi aldık ve çıkış kapısına doğru gidiyoruz. Kapı açıldı ve ellerinde ''Büşra ve Pelin'' yazılı bi pankart olan insanlar arıyoruz. Sağa sola bakıyoruz. Çünkü öyle umuyorduk. İşte o anki hayal kırıklığı..Kimse yok. Yeni doğmuş şaşkın ördek yavrusu gibi etrafımıza
bakınıyoruz. Ben bide aşırı panik bir insanım. Aha dedim, daha başlamadan bitti galiba. Karşıdan bir ses ''Türkçe biliyor musun?'' O an ben şok, ben iptal. ''Allahım Türkçe bilen biri var'' diye bir bağırmışım orda. Öyle mutlu oldum ki.. O an orda bir Türk olması ilaç gibi geldi bana. Sağolsunlar valizlerimizi alıp arabaya yerleştirdiler. Eve gitmek üzere yola koyulduk. Arabada Türkçe sohbetler tabi. Bizi karşılayan Türk arkadaşın adı Muhammet. O da bizimle aynı dernekte gönüllü, yani EVS yapıyor. Neler yapabileceğimiz hakkında bize kısa bilgiler verdi. Ordan burdan konuşurken bir baktık ki evdeyiz.



        Aaaa ben size Michal'den bahsetmeyi unuttum. Namı diğer Lewandowski :) O da EVS için Polonyalar'dan buralara gelmiş yavrum. Her neyse eve girdik. Bizi Laura ve Zaiga karşıladı. Laura Letonya'lı, Zaiga ise Litvanyalı. Onlarda EVS yapıyor. Çok güleryüzle karşılandık. Kısa bir tanışma faslından sonra odamıza çıktık.


     
        Yalnız kaldığımız ev çok güzel, triplex bir bina ve 10 kişi kalıyoruz. Gerçi o an sadece 6'sıyla tanıştık.Evimiz tıpkı yabancı yabancı dizi ve filmlerdeki gibi. Yerlerde halı yok, ayakkabı ve terliklerle dolaşıyolar. Bi üzerlerinde röpteşambırları ve ellerinde Puroları eksik :) Yani sıcak, sevimli bi ev gibi şimdilik ama huyum kurusun kendi yatağımdan evimden başka kaldığım, bulunduğum her yeri yadırgarım ben.



        Bu haftayı dinlenerek, etrafı gezip öğrenerek geçirmemizi söyledi bize Nuno. Kendisi Mobility Friends'in, yani burdaki derneğin başkanı. Ertesi sabah bizimle tanışmaya geldi. Bizim burada yapacağımız iş şu; Türkiye'den Erasmus+ projesi kapsamında öğrenciler veya öğretmen gruplar gelecekmiş. Bizde olmayan İngilizcemizle onlara çeviri yapıcaz. Onların sorunlarıyla ilgileneceğiz. Tabi gruplar yokken biz evde yatış.Ohhh miss. Desem de inanmayın, yata yata sıkıldık yemin ederim. Muhammet sağolsun bizi Hırvatistandan gelen, diğer gönüllü evinde kalan arkadaşlarıyla tanıştırdı. 3 gün boyunca birbirimize gittik geldik. Allahım nasıl sıcak kanlı, nasıl sevecen, nasıl güleryüzlü insanlar onlar öyle. Zrinka, Matea, Marko ve Mario... Gökten inmiş melek sanki hepsi de. Akşam yemeğine bizi davet ettiler bir akşam. Marko pizza yapmış. Neyse gittik. Bizi soru yağmuruna tuttular resmen. Bizde olmayan İngilizcemizle anlatıyoruz da anlatıyoruz. Ama onlar bizi anlıyorlar ve ne olursa olsun yanlışlarımızla, hatalarımızla dalga geçmiyorlar. Tam aksine yanlış söylediğimiz zaman bizi düzeltip doğrusunu kendileri söyleyerek öğretiyorlar aynı zamanda. Ama bizim milletimiz öyle mi. Açığını yakalamasınlar birinin. Hemen dalga konusu yaparlar.



        O akşam Zrinka demesin mi bize Türk yemeği yapar mısınız diye. E tabi biz misafirperver bir milletiz. Yedirmeyi içirmeyi severiz. Tabikide yapacağız. Cumartesi gecesi bizde akşam yemeğinde toplanmak üzere sözleştik. Bizde telaş başladı acaba ne yapsak ne yapsak. Tabikide karnıyarık. Ama bi sorun bakalım nasıl karnıyarık. Tavuk soteli karnıyarık yaptık. E napalım şimdi kıyma alsak malum domuz eti olduğu için biz yemiyoruz. Bizimde aklımıza o geldi ve bayıldılar da zaten. Ama en beğendikleri de ne oldu biliyo musunuz? Kuru patlıcan yoğurtlaması, hem de sarımsaklı.Yemeye doyamadılar. Tarifini sordular nasıl yaptınız diye. Büşra da, yani Portekiz'e EVS için birlikte geldiğim arkadaşım, yaparak gösterdi ve üstüne onu da yediler. Afiyet bal şeker olsun şeker gibi insanlara.





        Gelelim bugün tam 11 gün oldu ve burada tanıdığım en mükemmel, en sıcak kanlı insanlar onlardı şüphesiz. Genel olarak dernekte çalışanlar da iyi insanlar. Portekizce derslerine de başladık. Ama zor bir dil. Üstelik Portekizce'yi bize İngilizce olarak anlatıyorlar. O daha bir zor. 1 yıl burdayız. Eninde sonunda öğreneceğiz kaçış yok. Evs yapmaktan asla korkmayın. Dil bilmiyorum, nasıl yaparım, anlaşırım demeyin. İnanın onlar sizi anlıyorlar. Ayrıca çok yardımcı oluyorlar. Hele ki Portekiz insanı aşırı yardımsever. Geldiğimden beri gözlemlediğim bu. Ama şu bir gerçek ki aileni hunharca özlüyorsun. Ben en azından ana kuzusu bir insan olaraktan bayağı zorlanacağım o açıdan. Ama alışıcam. Alışmak zorundayım. Beklenen, o güzel günler gelecekse eğer; bu yolda çekilen çile kutsaldır. Yeni hayat, yeni başlangıçlar...Umarım her şey bizim için çok iyi olur. Ayrıca bize bu fırsatı sunan IYACA Ailesine de çok çok teşekkür ediyorum. Bugün buradaysam eğer, onlar sayesinde :)














No comments:

Post a Comment