Projemin yaklaşık olarak iki aylık zarfını tamamlarken
bu sürecin son blog yazısını kaleme alıyorum. Öncelikle projemin ilk
zamanlarına dönüp baktığımda koskoca iki ay nasıl geçecek diye düşündüğümü
hatırlıyorum. Ancak şimdi zamanın ne kadar da hızlı bir şekilde aktığını ve
bana ayrılan sürenin yavaş yavaş sona erdiğine tanıklık ediyorum. En başta bu kadar
gözümün korkmasının sebebi ilk yurt dışı deneyimim olması ve beni burada neler
beklediğinden bihaber olmamdı. Daha sonrasında işler yoluna girmeye ve projemle
alakadar olmaya başlayınca bir gün, bir hafta, bir ay nasıl çabuk geçiyor diye
kendime hayret etmeye başlamıştım. İlk bloğumda kısaca değinmiş olduğum Avrupa
Gönüllülük Hizmetleri sayesinde bu deneyimlemiş olduğum çok farklı iki aylık
süreçte unutamayacağım her birinin bende apayrı yerleri olan anılar
biriktirdim. Bu projeye dâhil olmasaydım bu iki ayı nasıl değerlendirecektim o
da bir muamma tabii ki. İyi ki IYACA ile tanıştım ve onlar sayesinde bu
tecrübeyi yaşadım.
Hatırlarsanız
bir ay önce yayınlanan blog yazımda ilk bir aylık sürecimde gezip gördüğüm
yerler başta olmak üzere ilk izlenimlerimden bahsetmiştim. Şimdi izin
verirseniz son bir ayımda Azerbaycan’da vaktimi nasıl geçirdim ondan söz etmek
isterim. Öncelikle 12 Ağustos’ta, Gence’de her yıl kutlanan Uluslararası
Gençler Günü nedeniyle yapılan etkinlikte katılım belgesi ile şereflendirildik.
Yerel televizyona vermiş olduğum röportajda burada bulunma amacımızdan
bahsetmiştim. Sonraki günlerde Gence Türk Konsolosluğuna yaptığımız ziyarette
konsolosumuz ile tanışma fırsatı bulmuştum. Bir sonraki günlerde Gence’de
bulunan doğal güzellikleri görmek amacıyla Göygöl’ü ve Maral Gölü ziyaret
ettik. Bir günümüzü ayırdığımız bu göllere hayran kaldım. Hatta Maral Göl’e
ulaşmak için yürüyerek merdivenleri çıkabileceğiniz gibi at üstünde de belli
bir mesafe kat ederek göle ulaşabiliyorsunuz. Bulundukları konum itibariyle
havanın serin ve bir o kadar da ferah olması en güzel yanlarından birkaçıydı
gerçekleştirdiğimiz gezinin. SOS Çocuk Yetimhanesi’nde yetim ve öksüz
kardeşlerimizle eğitsel ve eğlenceli vakit geçirdiğimiz günlerde ise onlara
çocukken öğrendiğim oyun ve aktiviteleri öğretip oynuyordum. Böylece biraz
olsun hem kendileri bazı şeyleri eğlenerek öğreniyor hem de ben onlarla yakın
bir iletişim kuruyorum.
Ev
sahibi kuruluşumuzun talebi ile planladığımız Türk Günü etkinliğimiz ciddi bir
katılımla gerçekleşmiş oldu. Program için hazırlamış olduğumuz yöresel
ikramlarımızın yanında ülkemiz ile alakalı bir tanıtım videosu ile birlikte
geleneksel halk müziği ve dans figürlerimizi gösterme şansımız oldu. Program
sona erdiğinde aldığımız dönütler yüzlerimizi güldüren ve gurur veren
cinstendi.
Azerbaycan’ın
başkenti Bakü’yü keşfetme zamanımız çoktan gelip çatmıştı. Kurban Bayramı
sebebiyle oluşan 4 günlük boşlukla birlikte diğer Türk gönüllü arkadaşlarımla
Bakü’yü gezmek için bundan daha iyi bir fırsatımızın olmayacağına karar verip
bir plan yaptık. Gence’den Bakü’ye tren aracılığıyla gittik. Tam emin olmamakla
birlikte kullanılan bu tren seferi Sovyet dönemine ait olduğundan oldukça
antika bir görünüme sahip. Yolcuların bulunduğu vagonlarda yataklar olduğundan
bu tren yataklı tren olarak geçiyor. Hayatımda ilk kez böyle bir seyahat
deneyimine eriştiğim için çok memnunum. Gelelim Bakü macerasına…
İlk günümüzde
koordinatörümüz sağolsun bizi gezip görmemiz gereken neredeyse her yere götürdü.
Meşhur eski mimarisi ile İçerişehir, Kız Kalesi, Halı Müzesi, Şehitlik Tepesi,
Alev Kuleleri başkent ile simge haline gelen başlıca turistik noktalardan
birkaçıydı. Hafta sonuna ise Color Fest için plan yaptığımızdan Hazar Denizi’ne
kıyısı olan Merdekan bölgesine geçtik. Böylelikle denize girme fırsatı da
bulmuş olduk.
Gence’ye
döndüğümüzde ise bizleri bekleyen bir kamp etkinliği vardı. Soluğu direkt
Hacıkend bölgesinde aldık. Hayatımda hiç kamp deneyimi yaşamadığım için ilk
olarak çadırda kalmak ve kısa da olsa doğayla iç içe bir yaşam sürmüş oldum.
Kamp için Azerbaycan’ın farklı noktalarından gelen yerliler bizlerin Türk
olduğumuzu öğrendiklerinde duydukları ilgi de tarif edilemezdi. Bir akşam
organize ettiğimiz eğlencede hem Azeri musikisi hem de Türk folklor müzikleri
ile danslar edildi. AGH sayesinde yaşamış olduğum bir diğer ilklerimden bir
tanesiydi kamp organizasyonu.
Son
haftalara girerken Gence yerlileri tarafından çok methedilen Şeki ilçesini
görmeye karar verdik. Bir günümüzü ayırdığımız bu kültürel gezimizi otostopla
gerçekleştirmiş olduk. Kervansarayları ve doğal örtüsüyle ön plana çıkan
Şeki’de karşılaştığımız manzara görülmeye değerdi. Ayrıca ismiyle meşhur olan
“Şeki Helvası”nın tadına bakma şansı da bulduğumuz gibi bir diğer özel yemeği
olan “Piti”den de yeme fırsatımız oldu.
Sözlerime
son verirken bana bu ayrıcalığı ve deneyimi yaşama imkanı sağlayan IYACA’ya,
Serdar Osman Dobur’a, Sinan Biçer’e ve çok kıymetli dostum Kemal Erdem Coşar’a
teşekkürü tekrardan borç bilirim.
No comments:
Post a Comment