''Mevsimi
aynı olan coğrafyaların havası aynı kokar '' lafını hatırlattı bana Borgo'da
yaptığımız son etkinlikle Borgo'nun mutfağından üzerimize sinen kokular. Bari'de
başlayıp Otranto, Poggiardo, Giuginello şeklinde devam eden , Puglia Bölge
Kalkınma İdaresi tarafından düzenlenen programın son günü de ilk günü gibi dolu
dolu geçti diyebilirim. Gerçekleşen etkinliğin hatırına, ilk güne nazaran biraz
fazlaca kültürel ortaklıklarımız ve benzer yaşam tarzı pratiklerimiz hakkında
bolca sohbet edebilme şansı bulduk. Neler yaptığımıza gelince; bir önceki
yazıda size bahsetmiş olduğum üzere programın üçüncü gününe katılamamıştım. Bir
takım kağıt kürek işlerini halletmek üzere Lecce'ye döndüm. Ve sözleştiğimiz
üzere Bari grubuyla birlikte kaldığımız yerden devam ettik programa ancak benim
aynı zamanda Avrupa Gönüllü Hizmeti çerçevesinde müdahil olup devam ettirmek
zorunluluğum bulunduğu proje dolayısıyla son gece ve son güne yetişebildim.
Yani toplamda 5 gün süre programın 2 gününe katılamamış oldum. Programın
Otranto bölümüne katılıp Otranto'yu son bir kez daha görmek ve yazın denizinin,
çehresinin tadını çıkardığımız gibi kışında güzelliğine şahid olup
Allahaısmarladık demek isterdim. Evet itiraf etmeliyim; şehirlere, eşyalara,
zaman dilimlerine olan ahte vefaya inanıyorum:) Belki de Otranto'yu ömrümün
sonuna kadar bir kadar göremeyeceğim. Muhtemelen göremeyeceğim. Otranto'nun
ardından Poggiardo'ya gelen gruba, akşam yemeği ve çehre gezintisiyle eşlik
ettim. Öyle ya son 9 aydır burası benim evim olmuştu. Sokaktaki insan simaları
tanıdıklaşmıştı. Günün kapanışının ardından ertesi günün sabahında Poggiardo'da
bulunan Borgo isimli restora edilmiş B&B 'de buluştuk.Yazısının girişinde
bahsetmiş olduğum kokular ise gün içinde yaptığımız reçel, taze makarna'ya
aitti. Sanırım italya'da en çok ne yapmayı öğrendin diye sorsalar taze makarna
yapmak diyebilirim. Çünkü hemen hemen her etkinlikte taze makarna atölyesi
mevcut.
Turistik amaçlı kullanıma açılmış olsada bölgedeki diğer büyük kilise ve bazilikaların gölgesinde kaldığı için insanlar tarafından çok tercih edilmiyormuş. Derken 5 günlük programı bitirdik ve Polonya'dan gelen 4 kişilk grubu ülkelerine geri yolladık. Bu programın klasik gezilerden farkı ise sanırım italyanların kültürel bağlamda çok fazla öğesi bulunmadığı halde (Türkiye ile kıyaslarsak) marka yönetimi, sosyal kalkınma ve farkındalık çalışmaları konusunda gerçekten iyi olduklarını bir kez daha anlamış olmam oldu. Tarihi mekanlar, sosyal hayata yeniden kazandırılmış arka sokaklar, kemerinizi gevşettiren sofralar ve ruhunuzu fulleyen türlü türlü müziklerin her bir zerresinin anlatılmak ve anlaşılmak üzere değerlendirileceği Türkiye'de buluşmak rüyası ile, sağlıcakla.
Yazısının
girişinde bahsetmiş olduğum kokular ise gün içinde yaptığımız reçel, taze
makarna'ya aitti. Sanırım italya'da en çok ne yapmayı öğrendin diye sorsalar
taze makarna yapmak diyebilirim. Çünkü hemen hemen her etkinlikte taze makarna
atölyesi mevcut. Kendilerinin gelenekseli olan bu gıdayı tanıtmak ve öğretmek
konusunda son derece cüretkarlar. Tabi işin sosu, unu, şekli şemali mutfaktan
mutfağa değişiyor. Benim favorim ise metal çubukla ince ince yuvarlanan
makarna. Güne önce makarna atölyesi ve sonra geleneksel marmelat yapımı ile
devam ettik. Makarna açmasının ardından makarnaları azıcık kurutmak için
tepsilere yerleştirip mutfağa bıraktık. Ve marmelat yapımı için
portakalları ve bıçakları ellere aldık. Buradaki diğer bir tüketim farklılığı
şu bizden farklı olarak ; Türkiye'de reçellerin tane tane olması makuldür.
Çatalı, kaşığı kasesine salladığınızda ucuna gelen meyve insanı tatmin eder,
çünkü meyveyi bütün tutmak maarifet meselesidir. Ancak italya'da reçelden
ziyade marmelat olarak tüketiyorlar. Cagnım meyveleri kaynattıktan sonra
elektrikli eziciler ile püre haline getirip soğumaya bırakıyor. Sıcak sıcak
kavanozlara yerleşirildiği için soğuduğunda vakum etkisi yapıyor ve uzun süre
saklanabiliyor bu sayede uzun süreli korumak için herhangi bir katkı maddesi,
fazlaca şeker veyahut limon/ limon tuzu kullanmıyorlar.
Makarnayı
bitirdik, reçeli kaynattık derken tüm bunların yanında bize eşlik eden bir de
Puglia bölgesinin geleneksel çalgısı olan ''tamburello'' vardı.Yapısal olarak
erbane ve tef ile aynı aile grubundan, farklılığı ise enstrimanın kullanılma
yöntemi. Elinizi bilekten hareket ettirerek baş parmağınız ve yüzük parmağınız
ile serçe parmağınızın belli bir ritimteki vuruşları ile kullanılıyor.Keyifli
bir ritmi var birileri çalmaya başladığı ana ayak ucunuzla ritme etlik etmemek
işten değil. Görünüşte kolay gibi dursa da tamburello'nun müzik eğitimi küçük
yaştan itibaren başlıyormuş.
Ve parmak
reflekslerini kazanmak uzun sürmesede çok fazla pratik yapmayı gerektiriyormuş.
Vakti zamanında eli erbane'ye değmiş biri olarak denedim ama yok hocam o iş
bana göre değil. Hele ki birde soğuk algınlığından kırılacakmış gibi
hissettiğiniz bedeninizi taşımak zorundaysanız Allah selamet versin.
Tamburello
dinletisi bitti, makarnalar haşlandı, marmelatın altı söndürülüp ilk dumanının
çıkması için tenceresi kenara bırakıldı ve bizim için hazırlanmış olan masaya
doğru yol alındı.
Uzunca bir öğlen yemeğinin ardından Giuginello'ya
geçtik. Poggiardo'dan yaklaşık 25 dakikalık araba sürüşü mesafesinde gözünüzün
alabildiğine zeytin ağacı bahçesiyle dolu şirin bir ilçe. Burayı ziyaret
etmemizin sebebi orada bulunan ve arkeolojik olarak Puglia böglesi için önemli
olan bir kaç kaya'yı ve yer altında bulunan bir kiliseyi ziyaret etmekti. Bu
ziyaret içinde Giuggianello'da bulunan bir başka sivil toplum kuruluşu'nun
temsilcileri eşlik ettiler bize. Kayalara dair bilgi verip Kilisenin bulunduğu
doğal koruma parkına kadar eşlik ettiler. Kayalar arkeolojik çağlardan
kalma bir takım özelliklere sahip Puglia'lılar için. Ancak ilginçtir ki
kayaların kaç yaşında olduğunu bizimle paylaşmadılar. Sadece kayaların yün
yıkama ve insanların öldüğü anlarda da cenaze törenlerine hazırlanması için
kullanılan yerler olduğunu ve şuan koruma altında olduğunu söylediler. Kilise ise yaklaşık 5 bin yaşında ve tarihsel değişim süreçlerinde sadece 1 kere restore edilmiş. Son yıllarda ise kilisede bulunan figürlerin döküntü karşıtı bakımları yapılıyormuş.Turistik amaçlı kullanıma açılmış olsada bölgedeki diğer büyük kilise ve bazilikaların gölgesinde kaldığı için insanlar tarafından çok tercih edilmiyormuş. Derken 5 günlük programı bitirdik ve Polonya'dan gelen 4 kişilk grubu ülkelerine geri yolladık. Bu programın klasik gezilerden farkı ise sanırım italyanların kültürel bağlamda çok fazla öğesi bulunmadığı halde (Türkiye ile kıyaslarsak) marka yönetimi, sosyal kalkınma ve farkındalık çalışmaları konusunda gerçekten iyi olduklarını bir kez daha anlamış olmam oldu. Tarihi mekanlar, sosyal hayata yeniden kazandırılmış arka sokaklar, kemerinizi gevşettiren sofralar ve ruhunuzu fulleyen türlü türlü müziklerin her bir zerresinin anlatılmak ve anlaşılmak üzere değerlendirileceği Türkiye'de buluşmak rüyası ile, sağlıcakla.
No comments:
Post a Comment