Friday 10 August 2018

AZERBAYCAN’DAN İLK İZLENİMLER


Merhaba, ben Ayhan Gorga
Ankara Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı birinci sınıf öğrencisiyim. Bölümümden de anlayacağınız üzere İngilizce’ye normalden daha fazla ilgim var ve kendimi bu konuda geliştirmem gerekiyor. Aklımda hep bir yurt dışı düşüncesi vardı ve Avrupa Gönüllülük Hizmetleri (AGH) kapsamında gayet uygun şartlarda bu hayalimi gerçekleştirebileceğimi düşündüm. Kısaca AGH hakkında bilgi vermek gerekirse, Avrupa Gönüllülük Hizmetleri 18-30 yaş aralığındaki bireylerin yurt dışında birbirinden farklı ülkelerde ve alanlarda kendilerini geliştirebileceği bir gönüllülük programıdır.
Caucasian Youth Dream başlığı altında Bridge to the Future Azerbaijan projesi haberi ile karşılaştığımda ilk yurt dışı deneyimim için güzel bir fırsat olacağını düşündüm ve projeye başvuruda bulundum. Kabul edilmem ile birlikte yolculuk süreci başlamış oldu. Tabii ki Azerbaycan’a giderken “İki ay nasıl geçecek?”, “Beni orada ne gibi şeyler bekliyor?” şeklinde endişelerim vardı. Ama bu soruların cevabını almak o kadar da uzun sürmedi.
Bakü Haydar Aliyev Havalimanı’na iniş yaptığımda beni karşılamak için bekleyen bir dostum vardı.
Kendisi beni özel aracıyla şehir merkezine götürdü ve Gence’ye gidebilmem için hatırı sayılır yardımda bulundu. Hayatımda ilk kez Bakü’ye gelmiş biri olarak bir yerden bir yere gidebilmem kendi başıma gidebilmem pek mümkün gözükmüyordu şimdi düşününce. Şehir merkezine giderken Bakü hakkında karşılaştığım birçok yapı ve mekanlar bende heyecan uyandırmıştı. Daha sonra otogara gelip Gence otobüsüne bindim. Yaklaşık altı saatlik yolculuğun ardından iki ayımı geçireceğim şehre varmıştım. Koordinatörümle tanışıp eşyalarımı arabasına yükledikten sonra bana aktardığı bilgi dahilinde geçici olarak varış günümden birkaç gün önce Gence’de yaz çalışma kampı için bir arada bulunan öğrencilerle vakit geçireceğimi öğrendim. Başta elbette halihazırda toplanan bir ekibe sonradan dahil olmanın istemsiz çekingenliğini hissetsem de bu süreç benim Gence’ye adapte olmam da büyük bir etken oldu. On günlük bu kampa gelen öğrenciler dünyanın birçok farklı noktalarından Gence’ye gelmişler. İki Sırp, iki Rus, bir Meksikalı, bir Çekya’lı, bir Fransız ve bir Türk’ten oluşan bu topluluk gerçekten benim İngilizce iletişim kurabildiğimi bana kanıtlayabilecek en iyi ortamdı şüphesiz. Bu grup haricinde bir de Gence’de farklı bir proje kapsamında dokuz aydır burada yaşayan Polonyalı öğrenciler de vardı. Geçirdiğim bir iki hafta boyunca burada edindiğim bu yeni arkadaşlarımla mecburi İngilizce konuşmak zorundaydım. İlk zamanlarda mevcut çekingenliğimden dolayı sorunsuz bir performans sergileyemesem de sonrasında adapte olduktan sonra İngilizce rahatça konuşabildiğimi, derdimi karşımdaki insana rahatça anlatabildiğimi ve anlayabildiğimi fark ettim.
Kamp süresince yaptığımız ortak çalışmalar ve sosyal aktiviteler de bana çok sıkı arkadaşlıklar kazandırdı desem yalan olmaz. İlk iki haftadan sonra buradaki asıl çalışmalarıma başlamış bulunmaktaydım. Buradaki yerel insanların Geleceye Körpü Birliği’ne gelip vakit geçirmeleri adına kurulan kulüp konseptinde kendi adıma yönetmem gereken bir kulüp oluşturdum ilk olarak. Daha sonrasında buradaki organizasyon tarafından haftanın iki günü için SOS Uşaq Kəndi’nde yetim ve öksüz çocuklarla vakit geçireceğimiz belirtildi. Birçok konuda her birinin farklı hikayesi olan bu çocukların hiç dolmayacak anne veya baba özlemi ve sevgisini biraz olsun unutturmak adına onlara ülkemizde oynadığımız oyunları ve aktiviteleri öğreterek bizimle geçirdikleri vakitleri eğlenceli kılmaya çalışıyorum. Buna ilaveten yakın zamanda bir Türk Günü düzenleyip buradaki Türk gönüllülerle elimizden geldiğince ülkemizin bazı yöresel ürünlerini ve kültürlerini o günde buradaki yerel halka açmayı planlıyoruz.
Gelelim Gence’ye… Azerbaycan’ın ilk başkenti ve ikinci büyük şehri olma özelliğine sahip Gence, Nizami Gencevi’nin adından ismini almıştır. Tıpkı Haydar Aliyev gibi Nizami Gencevi de onlar için ciddi bir anlam taşıyor ve şehre dair en büyük sembollerin başında geliyor. Bunun yanı sıra şehirde ulaşım taksi ve maşrutka denen bizdeki dolmuştan da hallice küçük araçlarla sağlanıyor. Taksilerde taksimetre kullanılmadığından burada biraz pazarlık usulü devreye giriyor. Maşrutka (dolmuş) fiyatları ise buranın madeni para birimi olan 30 kepikten başlıyor. Öte yandan her ne kadar kendinizi burada Azeri halkına yakın görseniz de bir şekilde insanlar Türk veya yabancı olduğunuzu anlayabiliyor. Türk olduğum için de ayrıca bir ilgi alaka gördüğümde su götürmez bir gerçek, tabii. Burada insanlar suyu gazlı veya gazsız olarak içiyorlar. Denediğim üzere gazlı su bizim maden sularımızla benzerliğe sahip. Mimari yapısı ise gerçekten muazzam. Sovyet zamanından günümüze kadar gelmeyi başarmış binalar bir yana dursun, valilik binası bile çok gösterişli. Proje sonuna kadar
burada edindiğim deneyimlerime bir kenara not alıp fotoğraf çekmeye devam edeceğim. Yazıma son vermeden evvel benim bu projeye dahil olmamda büyük pay sahibi olan Kemal Erdem Coşar arkadaşıma, gönderici kuruluşum IYACA ve bu süreçte bana yardımlarını esirgemeyen Serdar Dobur’a ve Sinan Biçer’e derinden teşekkürlerimi sunuyorum. Bir sonraki yazımda görüşmek dileğiyle…

No comments:

Post a Comment