Ocak ayının ikinci haftası Cadca bembeyaz bir örtüye bürünmüştü. Kar, sessizce düşerken, içimde çocukça bir heyecan uyandı. Kardanadam yaptık, iglo inşa ettik; karın içine düşe kalka gülüşlerle dolu anlar yaşadık. Ancak uzun bir tatilin ardından eski düzenime dönmek kolay olmadı. Okulun koridorlarına adım atarken içimde hafif bir yorgunluk vardı. Ama öğrencilerimin gözlerindeki ışığı gördüğüm an, tüm yorgunluğum yerini büyük bir özleme bıraktı.
Ve işte en büyük heyecan: İlk kayak deneyimim!
Denizle büyümüş bir çocuk olarak, kar bana hep uzaktı. Soğuk kış günlerinde deniz özlemi çekerken, kayak yapmak fikri hiç aklıma gelmezdi. Ama bu yıl, sınırlarımı zorlamaya, konfor alanımı terk etmeye karar verdim. Kayak takımlarımı giyip kara ilk adımımı attığımda içimde korku vardı. Buz gibi rüzgar yüzüme çarparken, yere düşeceğimi biliyordum… ve evet, düştüm de! Ama her düştüğümde içimde bir başka cesaret doğdu. Zamanla, kaymanın o büyüleyici hissini yakaladım ve düşe kalka da olsa başardım. Üstelik yalnızca arkadaşlarımla değil, öğrencilerimle de kayak eğitimlerine katıldım. Sınıfın dışına taşan bu paylaşım, öğretmen-öğrenci ilişkimizi güçlendirirken, benim de içimdeki korkuları aşmamı sağladı.
Bu ayın bir diğer güzelliği ise, Çekya’da gönüllülük yapan arkadaşımın ziyareti oldu. Beraber dağ yollarında yürüdük, doğanın sesine kulak verdik. Uzakta bile olsak, dostluğun mesafeleri aşan bir bağ olduğunu bir kez daha hissettim.
Son olarak, gönüllülerin buluşma noktası olan "Mid-Term" toplantısı… Burada, farklı ülkelerden gelen gönüllülerin hikayelerini dinlerken kendi hikayemi daha derinden kavradım. Yalnız olmadığımı, benim gibi hisseden, benim gibi zorluklarla mücadele eden pek çok insan olduğunu görmek içimi ferahlattı. Kendimle baş başa kalmayı, iç sesimi duymayı, neyi gerçekten istediğimi daha iyi anlamayı öğrendim.